Header ads

Header ads
BU DESiFREYi OKUMAK iCiN .RESME TIKLAYIN KONU ARSiViNDEN DE BULABiLiRSiNiZ

2 KÜRT DEVLETi VAR TÜRKiYE KÜÇÜLÜYOR!!!!!!







Yalçın Küçük:
Yeni bir tarih anlayışı ve tarih bilincinin eşiğindeyiz.
Bir defa tarihi, özellikle son yüz elli yılı,1840'lardan başlatabiliriz, Türkiye'deki birçok gelişmeyi, belki yüz elli yıllık "Yahudi-Hristiyan Savaşları" olarak görebiliyoruz.Açık ya da Kripto Yahudiler'in Hıristiyanları, bu topraklardan çıkarma ve hatta kovma harpleri var. Biz Türkleri de bu harplerin bir tür figüranları sayabiliriz, daha doğrusu bu durumdayız.
Böyle bakıyoruz.
Bakmak, görünmeyeni görmektir. Şimdiye kadar göremiyorduk.
Önemli olan görebilmektir ve görmeye başladığımızda, madde değişiyor ve yerli yerine oturuyor.
Tabii hala bazı kuşkularımız ve sorunlarımız var; 1840 yılları diyorum, üç maddi tespitimiz var, birincisi,Tanzimat'i hemen izleyen yıllardır. İkincisi, "Kürdistan Madalyaları" çıkarıldığı bir zamandır, İkinci Mahmut'a, "Kürdistan'ın İkinci Fatihi" de deniyordu, Kürt feodallerini kırıyordu. Üçüncüsü, Bedirhan İsyanı'dır, ilk büyük Kürt Kalkışması sayıyoruz.
"Kürt İsyanı" olarak da görülse, Bedirhan, Yahdudi mi idi, bu soruyu formüle edebiliyoruz ve güçlük buradadır. Çünkü, bazı kaynaklara göre kırk bin Süryaniyi üç günde yok etti, on bin de olabilir, bunu "Yahudi-Hıristiyan Harpleri" manzumesine dahil edebilir miyiz, soru ortadadır.
Tartışmak zorundayız, a- bu bilgin kavmi, süryanleri, kahretmek için, ibraniyet bir gerekçe olabilir mi? Yoksa, ciddi neden bulmak zorundayız. b-Bedirhan'ın birinci kuşak ahfadının İsrael casusu olduklarını İsrael kaynaklarına dayanarak , İsyan'da, göstermiş, bulunuyorum. c- Vasıf Çınar ve Cemal Kutay da ahfadındandır, aşırı kemalist Cemal Kutay'ın, Yahudi damat meyli gösterdiğini biliyoruz. d- Sabetayist tesmiye edilen dışişleri eski bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Emre Gönensay da, şecere itibariyle, Bedirhan içindedir.
Burada bir nokta var, görülüyor, Bedirhan tahlilimizde, dar onamastique tekniklerden yararlanamıyoruz, ayrıca çok belirleyici saymıyoruz. Çünkü Arabi ve İbrani kardeş dillerdir ve ayrıca Peygamber Hazretleri islamı yayarken hem Yahudiler'le savaştı ve hem de onlardan aldı, isimleriyle birlikte geldiler. Merve, Reyhan aslında İbrani isimlerdir. Halil, Sami her iki kavimce de taşınmaktadır. Yeni kitaplarımda görülecek, Arjantin'e göçmüş Yahudilerde, "Tayyip" adına rastlıyoruz. Dış İşleri ve Çankaya'da yüksek noktalara çıkmış Fuat Bayramoğlu'nun bir adı da "Tayyip" idi.
Düşündürebilir. Ama belirleyici saymıyoruz.
Başka tahlil yollarını açıyoruz.
Bedirhan ahfadından düz Yahudileri tespit edebiliyoruz.
Bakmak nedir? Derini görebilmektir, bakın eğer, yüz elli yıllık "Yahudi-Hıristiyan Savaşları" varsa, şu son zamanlarda ülkemize gökten Yahudi sermayesi yağmasını dahi iyi anlayabiliyoruz. Tayyip Bey ve tayfası, kendi getirdiğini sanıyor, Tayyip Bey sadece gelmek isteyenler arasında seçim yapıyor. "Pazarlama" dediği ve Deniz Baykal'ın "komisyon" saydığı, iştir.
"Akın var, akın.." Yahudi sermayesi akını var, çünkü, Türkiye Avrupa Birliği'ne girerse ve hatta girmeden önce şimdiden, Batı elenize olacaktır ve şimdiden olmaktadır. Türkiye'den çıkarılan Greklerin dönüşü başlamıştır ve artacaktır; bu nedenle de, Türkiye'nin Birlik'e girmesinin en ateşli ve samimi savunucuları Atina ve Papadapuls'tur, dünya Yahudiliği buna asla razı olmaz.
Bakın, bu çalışmaları açarken iki önerme formüle etmiştim. Bir, Yahudiler'in bu bölgede en yakınları, Türkler değil Kürtler'dir. İki; Yahudiler'in dünyada en büyük düşmanları, Araplar değil Elenler'dir.
Ben teorik bakıyorum.
Sadece bakmıyorum, söylüyorum ve söylediklerimi yazıyorum. Yahudi-Elen Harpleri manzumesinde Yahudiler, limanlar, rıhtımlar, rafineriler, televizyonlar alıyorlar.
Tayyip Bey ile Putin'in başbaşa konuşmalarında bazı "işlerin bağlandığını", daha önce söylemiştim ve yazılı basında çıkmıştı. Şimdi, Rusya basını, Turkcell ile Alfa antlaşmasının bu görüşmede kesinleştirdiğini yazmaktadır. Alfa, silme Yahudi sermayesidir.
Ve bu kadar değil, Putin-Erdoğan gizli görüşmesinde başka kementler de atılmıştır. Bu kementlerin iki ucunda da Yahudilik var. Yakında göreceğiz.
Devamla, eğer bir bakış getirebiliyorsam, "6/7 Eylül" de, "Yahudi-Hıristiyan Harpleri" içindedir. 1915 Ermeni Tehciri da bu savaşlar silsilesi içindedir.
Bunları gösterebiliyoruz.
Yüce Gök'e şükürler olsun, Erivan da öyle bakıyor ve Türkler'den önce İbraniler'i ve sabetayistleri sorumlu görüyor.
VIDEO
Yarın: İslam ve Müslümanlık bu savaşta nerede duruyor? Müslümanların hiç mi dahli yok bu kavgada? Hiçbir irade, mana biçmiyor musunuz Müslümanlara? Varolan direnişleri Filistin'deki, Iraktaki…

Yalçın Küçük:Olur mu, Filistin ayrı, Iraktakiler çok ayrıdır.Irak'taki müslümanlar, sunniler ve bu arada Baas kadroları, müthiş bir direnç ve kahramanlık sergiliyor.
Ben ne söylüyorum, 1915 Mavi Kitap, Ermeni Kırımı üzerinedir, kızıyoruz, reddediyoruz. Kim kızıyor ve kim reddediyor, bunu da bilmiyoruz; "Blue Book", yorumla değil, açık açık, pek çok müslümanın ve pek çok valinin bu yapılanları tasvip etmediğini ve karşı çıktığını, kaydetmektedir. Ben buna ek olarak ne söylüyorum; hem bu, hem de 1923/1924 Mübadelesi, Türko-Moğol geleneklerde yoktur. Açıkçası, bizim kitaplarımızda yazılı değildir.
Bunlar, Türk kavmine uymuyor.
Ne ekliyorum, Türkiye'de islam judaize olmuştur(Yahudileşmiştir).
Burada, sadece onomastique teknikleri kullanmıyorum, dedikodu magazini benim en önemli kaynaklarım arasındadır. Bıkıyorum, tiksiniyorum, ama, dedikodu basınını izliyorum. Bakın şimdi önümde ne var, Londra'da "ünlü" modacı Rifat Özbek, ailesinin mallarını satıyormuş ve ailesinde üç şeyhülislam varmış, güzel, ben de, şeyhülislamlarımız arasında İbrani asıllılar vardır, diyordum.Dedikodu basını, bilime dönüşüyor; torunlarından dedelerinin kavmiyatını buluyoruz. Bu çok mu yeni, On Beşinci yüz yılda, Portekiz ve İspanya'da, pek çok piskoposun, baş piskoposun, rektörün, gizli Yahudi oldukları kanıtlanmıştır. Bizde neden olmasın, judaizmin bir yolu budur.
Neyi buluyoruz, Hande Yener, Maurice Kohen ile birlikte oluyormuş, bu arada Güzide Duran da İlker İnanoğlu ile "birlikte" imiş ve ne olmuşsa olmuş, Maurice Kohen, Güzide Duran'a geçmiş, İlker İnanoğlu da Yeşim Salkım'a ; Salkım, daha önce Arben ile bir salkımmış, daha önce de Uzan ile salkım imişler.. Güzel, burada onomastique neye yarıyor, "hande", Farisi olup, "gülüş" demektir, "gülüş" ise, "isak" sözcüğünün bir halidir. "Duran", dünyada Yahudiler tarafından taşınmaktadır ve Güzide'ye New York'ta "Guzi" demişler ki, Goz veya Guz'lu demektir, Yahudi isim sözlüğünde yerini buluyoruz. Arben'i ise, Gülben'i, Bengül yollu olduğu üzere, "Benar" da sayabiliriz, İbrani ve Arabi "vav" karakterini biz "u" ve "o" ile karşılıyoruz, Uzan, Ozan da olmaktadır. Ne çıkıyor; bir turnike var. Bunu, İlker İnanoğlu'nun anasına, babasına ve babalığına kadar götürmek de artık izleyenlerin takdirindedir.
Bunun arkasında ise şu bilgi var; Sabetay Sevi, sabetayistlerin, Türk-Müslümanlar ile cinsel ilişkisini yasaklamıştır. Dindar sabetayistler bu kurala uyuyorlar. Uyuyorlar da ne oluyor, bir turnike başlıyor, sonunda "bir günlük aşık" aşk ortaya çıkıyor.
Ak-ist dönemde fahişeliğin ortadan kalkışı işte böyledir. Artık kimseye fahişe demiyoruz, ilga ettik.
Müslümanlık nerede? Eğer pornocu Sibel Kekili buraya geldiğinde üç müslüman, "kız geldiğin yere" demiyorsa, fazla maskulen suratlı, bana göre travesti dizilerine pek uygun, Gamze Oz'a, "kızım şu 'Allah' yazılı kolyeyi takma, dinimize mugayyirdir"demiyorsa, ben islamı aramak zorundayım. Din ve islam, öncelikle ahlak'tır ve norm'dur.

Teorik plana gelirsek, bu açılımlarımla, bir alt üst olma ortaya çıkmaktadır.
Müslümanlar, Tanzimat'a karşıdırlar, peki neden, İkinci Mahmut, orduyu lağvettikten sonra, yeniçerilik ve dolayısıyla bektaşilik ile iç içe, kaynaşmış, zengin Yahudilerin boynunu vurduğu için mi? İbraniyet, İkinci Mahmut ile birlikte, Türkiye'de Yahudi siyasal gücünün kırıldığını yazmaktadır. Kırılmıştır. En zenginleri ve bu arada Filistin Yahudilerine yardım komiteleri başkanları boğulmuştur. Şimdi açıklık budur.
Peki müslümanlar, neden İsmet Paşa'ya kızarlar? İsmet Paşa karşıtlığını da bir sabetayist sendrom sayabilirmiyiz? İlahiyat Fakültesi'ni açan odur, uygulayamadığı Varlık Vergisni çıkaran da odur. Çok sert toprak reformu tasarısına kim karşı çıktı, C.Oral ile E.Sazak, her ikisi de İbrani asıllı büyük toprak ağası idiler.
Öyleyse yeniden bakmak durumundayız.
İslamcı düşüncede şu vardır: Abdulhamit Siyonistlere yüz vermedi. Hayır benim bilgilerim bunu göstermiyor.

Yarın: Toprak satmadı

Yalçın Küçük:Hayır, çok toprak sattı.

Yarın: Ama toprak satmadı diye, biliniyor

Yalçın Küçük: Çok sattı.
Bu bilgilerimizin kaynağına gitmemiz gereklidir.
Dünya Yahudiliği'nin Filistin'e yerleşmesi Sultan Hamid zamanındadır.
Bakın, benim yaklaşımı bilimsel kabul etmek, tarafsız saymak yerindedir. Bana "müslümanlar seni neden çok okuyorlar," dedikleri zaman, "Sultan Hamid'i severler, neden sevdiklerini bilmezler" diyordum, nedenini bende okuyorlar. Hamid'in büyük bir reformatör olduğunu ortaya çıkaran benim. Ancak Hamid zamanında ve özellikle Rusya'dan büyük Yahudi göcü olmuştur.
Yahudiliğin Filistin'e yerleşmesinde "Mikve İsrael" çok çok önemlidir. "Mikve" İspanyolca'da, "umut" demektir, İbrani "Tikve İsrael" diyorlar; o zamanki Osmanlı memaliki ve bugünkü İsrael'de kurulan tarım okulu ve çiftliğidir. Benzeri Aydın'da da kurulmuştur. Hepsi, Hamid zamanındadır.
İstememiştir, ancak kapıları açmıştır.
Kuşkusuz Sultan Hamid, ürkmüştür, sonra önlemeye çalıştı. Ama atı alan Üsküdar'ı geçmişti.
Kızgınlık ve rivayet bu son döneminden kaynaklanıyor.
İslam'a ciddiyetle bakmak zorundayız.
Müfit Yüksel Dostumuzun mükemmel araştırmasını, Yarın'da okuduk. Selanik Mevlevi Şeyhi'nin Emre Gönensay'ın dedesi olduğunu Yüksel'den öğrendik. Yine Yarın yazarlarından Muratoğlu, Yeni Şafak'ta, Arusi tarikatının şeyhinin Fevzi Mardin olduğunu gösterdi. Mardin'leri, İbrani asıllı saymakta sakınca görmüyoruz.
Her taraftan yeni bilgiler geliyor.
İbraniyet de yeni açıklamalar yapıyor. Yakında, Ankara ve İstanbul'da "İki Siyasi Roman Üzerine Konferans" vereceğim, birisi Brigitte Peskine ve diğeri Liz Behamiras tarafından yazılmış ve her ikisi de yirminci yüz yıl Osmanlısı üzerindedir. Evlerde ve klüplerde ve partilerde bir kavga var, "siyonistler-alyansistler" kavgasıdır. Siyonistler, bir başka toprakta "İsrael Devleti" kurmak istiyorlar. Alyansistler, bulundukları ülkede, en azından iktidara ortak olmak veya kamufle edilmiş Yahudi Devleri peşindeler.
Şebeke'de ben "rezervist devlet" tabir ediyordum. Hala da tercih ediyorum.

Yarın: Alyansistler takiyeci mi yani?

Yalçın Küçük: Evet.. Öyle de söyleyebiliriz.
Peki, benim çalışmalarıma kadar, ne biliniyordu, Alliance İsraelite Universelle okulları hakkında? Talat Paşa'ya "çingene" deyip geçiyoruz, Edirne Alyans Lisesi'nde öğretmendi. Yahudi olmayanların, Alyansa okullarında okumaları veya öğretmen olmaları kural dışıdır. Ermeni Kırımı'nın baş sorumlusu kabul edilen Talat Paşa'dan söz ediyorum. Ya Yahudi asıllı olduğunu gösterebilirsem ve cenazesi Türkiye'ye Celal Bayar'ın gayretleriyle getirilmişti. Bayar da, Alyans'ta okumuştur. Peki?
Kesin olan, Talat'ın çingene olmadığıdır.
Müslümanlık mı? Yaşamında bir irregülarite varsa, çingene, diyorlar, Orhan Pamuk misali "ateist" diyorlar, annesi azarlamıştı, çok zaman da "ermeni" iddia ediyorlar. Bakın, yoktan başbakan olduğunda Naim Talu'yu da Ermeni olarak fısıldamışlardı.
Evvela ve öncelikle teorik bakmayı öneriyorum.
Naim Talu, 12 Mart Darbesi'nde başbakan olmuştu.
Teorik bakmak nedir? Darbe'nin başında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç vardı, İbrani asıllıdır. Bir darbe, bir Ermeni'yi başbakan yapar mı? "naim", Naomi, "hoş" demek olup, İbraniler tarafından da taşınıyor. Talu'dan ise, son sinegog baskınında ölenler vardı.
Ciddi olmayı da öneriyorum.
Cuntalar, İbrani asıllıların, kabineleri doldurdukları zamandır.
Bir Serbülent Bingöl vardı, ne iş yapardı, beklerdi ve bir cunta oldu mu hemen bakanlık koltuğunu oturtuluyordu. 12 Mart'ta, İmar ve 12 Eylül'de, Enerji Bakanı olarak görüyoruz. Başka zamanlar görmüyoruz. Çünkü her iki cuntanın lideri Orgeneral Tağmaç ve Orgeneral Evren, İbrani asıllıdırlar. Yakında ölen Orgeneral Nurettin Ersin de öyle idi. Oradan seçiyorlar.

Yarın: Peki Hocam bu büyük taarruz ve istila karşında direnme çabaları yok mu, ne durumdadır?

Yalçın Küçük: Bu sorunuza, kısmen "var" ve kısmen de "henüz çok zayıf" diyorum. Yeni bir bilinçlenme dönemindeyiz. Ayrıca bu hücumun islami iddialı bir dönemde olması bulanıklık yaratıyor. Bunun da "hayır" yönünde etkili olduğunu görebiliyoruz.
Ama günü gününe takip ediyoruz. Bana iki gün önce bir mülakat vesilesiyle "siz bir mülakatınızda Hikmet Fidan'ı PKK öldürmemiş olabilir, Halaskar komiteler olabilir demiştiniz, nereden bunu çıkarıyorsunuz. Bunu tasvip mi ediyorsunuz?" sualini tevcih
ettiler. Yaptığım, tarihe bakmak konuşturmaktır.
Hala aynı yerdeyim, Fidan'ı pkk de tasfiye etmiş olabilir, ama, bana hiç mantıklı görünmüyor. Hele son günlerde matbuata hakim olan senaryo, bana, "tam senaryo" olarak görünüyor ve beni teyid ediyor.Fidan'ın arkadaşları yakalanmış ve Fidan'ı alıp, pkk tetikçisine teslim etmişler. Buna inanmak için çok saf olmamız gerekiyor; devlete başvurabilirler ve hatta derhal Barzani'ye geçebilirlerdi. Demek ki, teslim meselesi havada, yakalananlar Fidan'ın yakınlarıdır, derdest olmakla, tetikçi ise dağda kalmaktadır.
Tarihi okumak mı? Bir, Kemal Paşa, 19 Mayıs'tan önce fazla temayüz etmemişti. İki, müstevliler varsa, bir kavim kurşun sıkmak için Hasan Tahsin'i beklemez, sıkarlar ve sıkmıştırlar. Üç, Büyük ve düzenli bir mukavemet oluşuncaya kadar, her yerde, küçük küçük komiteler ve pıtrak misali ortaya çıkarlar. "Halaskar Komiteler" ile kastım budur.

Yarın: Şimdi de çıktılar mı?

1918 yılındayız.
Devam edebilirmiyim, şu malum Ermeni Kongresi toplanırken, İstanbul'da İdare Mahkemesi durdurma kararı aldı. Bir takım beyinleri taş bağlamış olanlar hemen çıktılar, "işte derin devlet" dediler ve "genelkurmay engelledi" deyu bağırdılar. Hangi dünyada yaşıyorlar; bugünkü Genelkurmay'ın bu tür kongrelere hiçbir itirazı olmadığını dahi görmüyorlar. Genelkurmayımızda, artık böyle bir refleks teşhis edemiyoruz.
Buna mukabil her yerde, küçük küçük tepkiler var. İdare Mahkemesi'nin kararını bu şekilde anlamamız yerindedir.
Artacaktır.
Başındayız.
Tezler'de Kemal Paşa Hazretleri'nin görev kağıdını yayınlamıştım, en önemlisi, bir, "bazı komutanlar, silahları teslim etmiyorlar ve halkı silahlandırıyorlar, bunu önle" emri yazılıdır. İki, "halk şuralar kuruyor, bunu dağıt" emri yazılıdır. Şura , "komite" demektir; Mustafa Kemal Paşa, halka verilen silahları toplamak ve mukavemete hazırlanan halk komitelerini dağıtmak üzere gönderilmiştir. Bunu, yıllar önce yayınladım.
Bu ne demektir, bir, Kemal Paşa önde gelen ve mukavametçi tanınan bir komutan olsaydı, Sultan Vahdettin, bu atamayı yapamazdı. Çünkü, İngilizler izin vermezdi. Kemal Paşa'nın durumunu, sivrilmiş paşalar yakalanıp Malta'ya gönderilmek üzere bekletilirken, Mustafa Kemal'in Pera Palas'ta ikamet edip temaslar yapmasından da çıkarıyoruz. Silahları, işgalcilere vermeyip mukavemet için ayıranlardan birisi Erzurumdaki Dokuzuncu Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa idi, görevden alında ve Malta'ya sürüldü. İsyan'da remini basmış durumdayım.İki, her sultan, aynı zamanlarda İran Şahı Ahmet Kaçar da yapıyordu, bir mukavamet oluşmasını ister, Sultan Vahdettin ile Kemal Paşa Hazretleri'nin bu minval üzere anlaştıklarını yazıyorum.
Demek ki, Kurtuluş'u Büyük Kurtarıcı ile başlatmakla benim yazımım arasında çok büyük fark vardır. Başlamıştır, başlar ve mukavemetler çıkar; Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nden öncedir. Kemal Paşa Hazretleri, bunu başarılı bir şekilde yönetmiştir.
Mücadele sadece Batı'da da değildi. Maraş, Antep ve Urfa'da düzenli ordunun rolü daha sonradan geliyor. Başladığı yerlere, oradaki Ermeni nüfusa, Rumlar'a bakıyoruz.

Yarın: Rumlar'a neden bakıyoruz?

Yalçın Küçük: Pek çok nedeni var, mübadele, zengin Rumlar'ın oturduğu yerlerden yapılmıştır. Oraya Selanik ve yöresinden getirilenler konmuştur. Misalen, Trabzon'da çok yoğun ve zengin Elenler'in yaşadığını biliyoruz. Bir de yeni bakanlardan birisinin, Faruk Özak'ın Trabzon'lu olduğunu görüyoruz. Ak'ın öz'ü bende hep ilgi yaratıyor. Karısının adının da "Verda" olduğunu öğreniyoruz. Biraz tebessüm edebiliyorum.

Yarın: yine isim-bilim mi ön plana çıkıyor?

Yalçın Küçük: Hayır, hep söylenenlerin aksine, bilim bir ön yargılar düzeneğidir. Bilimle yargılara ulaşıyoruz ve doğru olduğu sürece, bunu dayanak yapıyoruz. Son zamanlarda, benim "maydın-müşünür" dediğim bu tayfa ortaya çıktı, birden "abeist", Avrupa Birlik'çi demektir, vatanı kurtarmak üzere harekete geçtiler ve Tayyip Bey'e gidip şiir ve destek verdiler. Bunlar arasında Türkiye'nin büyük silah tacirlerinden Kavala'nın genç başı Osman Kavala da vardı; "iletişim" yayınları da bu holding'e aittir. Bir kez, kılı kırk yararak, iletişim'in ibraniyet hatıraları yayınladığını tespit edince bunu bir dayanak olarak kullanabiliyoruz. İletişim çıkardığı, Tesal'ın anıları, Vassaf'ın anıları ve benzerleri, bizim kaynaklarımız arasındadır. Şebeke'yi bulmamıza yardım ediyorlar.
Kastimiz, hak etmediği yerde olanlar ve ülkeye sadakatlarını yitirenlerdir. Bunun için, Atilla İlhan üzerinde hiç durmadım.
Attila İlhan dostumuz Atatürkçüydü. Attila İlhan dostumuzdan daha millici var mı? Ama Attila İlhan dostumuzu, Işık lisesi, "onurumuz" diye ilan etti. Biz biliyorduk. Ben biliyordum da niye ilan etmiyordum.Benim yazdıklarımın hepsi ya hak etmedikleri yere gelenlerdir, ve ilave olarak kalbi bu topraklar için çarpmayanlardır. Nereden biliyoruz kalplerinin bu topraklar için çarpmadığını? Davranışlarından biliyoruz; Atilla, Ermeni Kongresi türü senaryoları hiç ciddiye almıyordu. Dolayısıyla Attila İlhan'ın İbrani asıllı olduğunu ilan etmem için hiçbir neden yoktu. Şimdi söyleyebiliyoruz; Işık lisesi, büyük ve görkemli bir ilan verdi, açıkladılar.
Kuşkusuz, Işık lisesi veya Terakki'den her mezunun mutlak İbrani asıllı olduğunu söyleyemeyiz. Ama yeğeni Kerem Alışık da oradandır. Pek kuşku duymuyorum ve bunu da her zaman ileri sürdüğüm üzere, bu ülkeye, yer yer bizden de daha çok bağlı sabetayistlerimiz olduğunu göstermek için not ediyorum.
Bir de sabetayizmin anti-Tanzimat ve anti-İsmet Paşa sendromları vardı ki bunu Atilla Üstadımız'da da buluyorduk. Demek ki analiz kabiliyetimiz de artırabiliyor.

Yarın: Hocam bir özelleştirme furyası hız kazandı. Sami Ofer'ler, Arap sermayesi.. Neler oluyor. Mesela Arap sermayesi gerçekten Arap kardeşlerimizin mi? Yoksa belli bir orandan sonra yüksek miktarda olan Yahudinin parasıdır kuralı burada da mı geçerli? Mesela, Galataport gibi projelerle, Eski Venedik/ Ceneviz'in 'Özerk Galata'sı mı diriltiliyor? Özelleştirmelerin nihai maksadı ne olabilir?

Yalçın Küçük: Efendim deminki konumuza gelelim. Böyle bazı millici arkadaşlarımız Hariri'nin Ermenilerle ilişkisini ispat etmeye kalktı. Ben buna inanmam. Tabi Beyrut'ta Ermeni mahallesi var. Politikacıdır, onlarla da ilişkisi olabilir. İkinci nokta ise şudur, biz iktisatçılar, Suudilerin her işinde bir Yahudi parmağı, sermayesi, olduğuna inanırız. Doğru mu, değil mi? Ama buna inanmakta hiçbir sakınca yok. Buna inanırız. Dolayısıyla ben bu işlerde, yani Hariri'lere milli telekomükasyon ağını teslim etme işinde, bir mossad parmağı arayabiliyorum.
Daha da önemlisi, yepyeni bir durum ile karşılaşıyoruz. Tüpraş'ta gördük, demek ki, biz özelleştirme adıyla, milli tesisleri bir vekilharç'a veriyoruz. O da aldığını istediği ölçüde ve istediğine devredebilecek. Bu çok vahim ve kontroldan çıkmış bir dururmu haber veriyor.
Peki durum bu ise, bundan sonra ne ile övüneceğiz? Milli tesisleri, düne kadar vilayetimiz olan yerlerdeki zenginlere dağıtıyoruz. Peki biz bundan sonra nasıl büyük "Türk Milleti" olacağız, kim inanacak, bebelerimiz inanır mı? İran'ı da hep küçümsüyorduk, bakın, Türkiye'den gelen sermayenin de kavmiyetine bakıyorlar. Arık Türkiye'den gelene pek de "Türk" nazarı atfetmiyorlar.Bana verilen bilgiler abartılı olabilir, kitaplarımın, İran'da en yüksek düzeyde değerlendirildiğini işitiyorum. Ona göre kesiyorlar...

Yarın: Türkcell'i mi kastediyorsunuz?

Yalçın Küçük: Hayır, Havaalanı işini. Bizim kitaplarımıza göre Doğramacı'nın ana dili İbranidir. Bizde Erbil'den gelen çok İbrani var.
Bir de soyumuz, Mahmut Şevket Paşa'ya uzanır, diyorlar, Harekat Ordusu Komutanı, güzel, yakında o soylarını da yazmak durumundayım. Soylarını göstermek görevimdir.
Benim derdim bundan sonra, ilk okullarda tarih nasıl anlatılacak, "Hamdi" ne olacak, hep makine başında fedeakar telgrafçı idi. Şimdi telegrafçı Hamdi gidiyor ve telekomünikasyoncu Hariri geliyor. İran ise, eğer, hava alanında, telekomünikasyon sisteminde, İbraniyat varsa, bütün komünikasyonun, İsrael tarafından bilinebileceğini varsayıyor. Bu nedenle bağlanmış akitleri dahi, yeni bilgilere bakıp, feshediyor.
Mesele budur. Bir, artık, yönetimde bir milli hassasiyat kalmamıştır. İki, bu gelenlere, biz hiçbir zaman, yabancı sermaye gelişi, demiyoruz. Bu transferdir, memaliki parça parça satmak, yabancı sermaye gelişi sayılmamaktadır.. Yabancı sermaye'nin gelmesi için, gelecek, fabrika yapacak, inşaatını yapacak, malzemesini koyacak; budur. Mevcut tesisleri, Araplar'a, Yahudiler'e vermek, asla yabancı sermaye yatırımı olmamaktadır. Dağıtımı yapılıyor.
Bunun da koşulları var, a- yeni teknoloji getirecek, getirmiyor, burada kurulmuşa el koyuyor. b-Tekel olmayacak, oluyor, milli tekeli veriyoruz. c-Ulusal politikayı etkilemeyecek, çoktan etkilediler, her türlü milli hissiyattan uzaklaştık, Alpogan milli güvenlik kurulu sekreteri olunca ilk önce İsrael'i ziyaret etti. Türk-İsrael "milli güvenliği" mi diyoruz; soru var ve acıdır.

Yarın: Hocam, geleceğe dönük bir öğreti, tasvir, ütopyanız var mı? Doğu Cumhuriyetler Birliği tarifinizi hala savunuyormusnuz? bu kimlerle nasıl olacak?

Yalçın Küçük: Çok zor bir soru, önce "biz kimiz" sorusu var.
"Doğu Birliği", kırk yıldır savunuyorum. Bir ütopya'dır ve her ütopya misali zaman koymak zordur.
Türkler, "Türk" adını keşf ile benimsediklerin sonra on beş yıl geçmemişti ki adında "Türkiye" olan Devleti kurdular. Belki yarından da yakın ve belki uzaktır.
Kırk yıldır savunuyorum, ama, şimdi daha acil oldu. Çünkü, "büyümezsek küçülürüz" diyoruz. "Musul alınmazsa, Dıyarbekir verilir" önermesini ekliyoruz. Ayrıca, Bush'un Mesut Barzani'yi gösterişli bir şekilde Beyaz Saray'a çağırması da, artık Orta Doğu'da , Washington için, Türklerin yerini Kürtler aldılar, anlamındadır.
Bütün bunlar, Doğu Birliği'ni bir zorunluluk haline getiriyor.
Bin yıla yakın bir zamandır birlikte yaşıyoruz. Ermeniler ve Elenler de var, Doğu Birliği'nde bunları da anlıyorum, biz artık aynı kültürdeyiz. Ayrıca ekonomilerimiz birbirine yakın, bir birbirimizi ezmemiz söz konusu değil, "onlar ortak biz pazar," hiçbir parça için geçerli değildir. Her açıdan bir zorunluluk ve ortaklık görüyoruz.
Hiç kuşkusuz İran içindedir ve hiç kuşkusuz Mısır dışındadır.
Bana düşünmesi de savunması da heyecan veriyor.
Şunları ekleyebiliyorum; artık anti-emperyalist mücadelenin coğrafi merkezi Musul'dadır. Musul ise bir kent değil bölge'dir.
Her müzakere masasına, istek olarak, Kandil Dağı'ndan birkaç başı koymayı yanlış buluyorum.
Önemli olan, Kandil Dağı'ndaki silahları susturmak değil, yönünü değiştirmektir. Bu Amerikancı sömürge birliğini dağıtmaktır. Doğu Birliği için ciddi adım sayabiliyoruz.

Yarın: Son olarak, "Şu Çılgın Türkler" hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ana okulunda okutulması gerektiğini hep söylüyorum.
Bir de kemalizmin gecikmiş bir cenaze töreni olarak görüyorum.
Artık yüksek komutanları kemalist sayamayız. Bir cenaze törenine ihtiyaçları vardı, kıtalara emir çıkardılar ve bu kitabı aldırıyorlar. Chp'yi de artık kemalist kabul edemiyoruz. Chp için de bir cenaze töreni gerekiyordu, Özakman'ın kitabına sarıldılar.
Özakman, ancak ana okulunda kabul edilebilecek bir kurtuluş savaşı yazıyor, tek kişilidir, cennet misali, içinde hiçbir çatışması yoktur, içinde ilahi bir ahenk var, hiçbir kişisel ihtirasa rastlamıyoruz. Tasfiye edilenlerin hepsi, tasfiye edilmeyi hak ettiler. Bir ölçüde, Atilla İlhan Dostumuzun anlatımını hatırlatıyor. Atilla İlhan Dostumuz, Mustafa Kemal'i değil bir mesihi hikaye ediyordu. Her episodunda, kıssa, sağdan ve soldan sıkıştırılıyorduk, boğulacak oluyorduk, çaresizdik, tam helak olacağımız sırada ve her zaman, Mustafa Kemal, ansızın geliyor ve bizi kurtarıyordu. Başkasını göremiyorduk.
Vardı, bir "kötü" paşa olarak İsmet Paşa'yı seçebiliyorduk.
Benim buradaki esas itirazım, eğer böyle ise, bir daha kurtulamayız. Çünkü Mustafa Kemal'i insan üstü anlatıyorlar, bu anlatımda, "bir daha asla" felsefesi var.
Bu nedenle anıt kabir tek mezarlıdır.
Tek mezarlı ulular mezarlığı, panteon diyoruz, sadece bizde var; bu yoksulluktur.
Ben kahramanlarımızı artırıyorum. Öncelikle Batı'ya eğilmiş ve düzenli ordu üzerine yazılmış bir kurtuluş savaşını doğru ve gerçekçi görmüyorum. Ayrıca, Osmanlı'nın son zamanları ile Cumhuriyet arasında bir devamlılık kuruyorum.
Kitaplarımda kurtuluş savaşının pek çok kahramanı olduğuna işaretle artık fotoğraflarını da basıyorum. Kurtuluş'un bir halk hareketi olarak başladığını da hep ön plana çıkartıyorum. Marş'ta "kahraman", Antep'te "gazi", Urfa'da "şanlı" olan halktır.
Pıtrak misali patlamıştır.
Tasfiye edilenlerin pek azı ölümü hak ettiler.
Kurtuluş, ilk önce kurtuluşcuların bir önemli bölümünden kurtulmayı tercih etti.Acı ama sahih'tir.
Şimdi kitaplarımda yeniden, kurtuluş için kalkıyorlar.
Bir nokta daha var, bana sabetayist düşmanı diyenlere, ben gülüyorum. Kitaplarımda dirilttiklerimin çoğu Bülbül Deresi'nde yatıyorlar.
Onlar, rantiye değillerdi. Onların kalpleri, İsrael için çarpmad






Paşabahçe’de doğmuşum
Sayı bilmişim sünnet olmuşum
Koynumda pabuçlarım
Uyanık uykular uyumuşum arife geceleri
Kamalı Bekir,Çamur Ahmet bir de Süleyman
Ayak yapıp çift kaleler kurmuşum
Cigaraya başlamış
Tertemiz yataklarda pis rüyalar görmüşüm
Tepelerde uçurtma
Sokakta şarkı
Karakollarda sabah
Ekmek karnesi çay fişi
İhtilaller görmüşüm
Kah kafa vurmuşum taşlara
Kah can evimden vurulmuş
Hanümanlar yıkmışım
Üçüncü Selim,Mustafa çavuş ve Baküs
Erik narı çiçek açmış şarkılar
Yitik baharlarımda gönlümün
Ve kıpkırmızı bir granada akşamı
İspanya'ya şatolar kurmuşum
Oklar üşüştürüp gemiler batırmışım Karadeniz'de
Sancaktepe Hadımköy'de nöbetlere kalkmışım
Daracık daracık sokaklara girmişim
Ya dostlar tutup sofralar vermişim
Ya ev bark kurup anasını satmışım
Avarelik mavarelik etmişim
En sonunda
Oyuncu olmuşum olabildiğimce...

About irFaN DeRiN GüNDeM

Hi there! I am Hung Duy and I am a true enthusiast in the areas of SEO and web design. In my personal life I spend time on photography, mountain climbing, snorkeling and dirt bike riding.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

KÜRT ACILIMININ TÜM DESiFRESi

iYi iZLE AKP TÜRKiYEYi BÖYLE SATIYOR _______________________________________________________________________ OLASI BiR iSTANBUL DEPREMi OLURSA AMERIKA TÜRKIYEYI ISGAL EDER