Header ads

Header ads
BU DESiFREYi OKUMAK iCiN .RESME TIKLAYIN KONU ARSiViNDEN DE BULABiLiRSiNiZ


MILLI GÖRÜSCÜ ERBAKANCILARIN

YASAR BÜYÜKANITIN HAKKINDAKI INANILMAZ

IDDALARI FAKAT IDDALARIN YANINDA KANITLARI



YAZIDAKi iDDALARI OKUMADAN ÖNCE



YAHUDiLiK NEDIR KiMDiR NERDEN GELMiSTİR NE YAPMAKTADIRLAR TANIYALIM iZLEYiN DAHA SONRA OKUMAYA DELLiLLERi iNCELEMEYE DEVAM EDiN...







Yasar büyük anıtın sebetay yahudı oldugunun ıddası ve aile seceresi


Erbakan ve Milli Görüş aleyhindeki tüm kumpasların ve oluşumların akıl hocası olan Korkut Özal, herhalde özel mahfillerden aldığı işaret üzerine, GKB. Org. Hilmi Özkök'ün görev süresinin bir yıl uzatılması gerektiğini tartışmaya açtı. Hedef KKK. Org. Yaşar Büyükanıt'ın Genel Kurmay Başkanlığına engel olmaktı...
Ardından, eski radikal İslamcı ve koyu şeriatçı, şimdi ise AB taraftarı ve AKP şakşakçısı Abdurrahman Dilipak, Yaşar Büyükanıt'ın karanlık bağlantılarını ve ihtilal hazırlıklarını yazmaya başladı.. Ama GKB. Org. Hilmi Özkök'e, dolaylı da olsa sahip çıktığı sırıtmaktaydı.
Ve hele Büyükanıt Paşanın ABD ziyareti bazılarını iyice kuşkulandırmıştı.

Güler Kömürcü'nün naklettiğine göre, aslında Büyükanıt'ın ABD ziyareti, İsrail yanlısı Yahudi Lobilerini rahatsız edip kuşkulandırmış, ama Pentagon ve Dışişlerindeki WASP Amerikalılar (Amerika'nın milli çıkarlarını İsrail'den ve Yahudi lobilerinden üstün tutanlar) ise ziyadesiyle memnun kalmıştı.
İşte Güler Hanımın notları:
Çuval dosyasında sıradaki...

"Bir uzman dostumun da konuya dair yorumu oldukça önemli, dedi ki; ‘Washington'da İsrail Devleti'nin milli çıkarlarına paralel politika üreten lobi ile bunlara artık çok ciddi kızmaya başlayan, diğerlerinin (Siyonist Yahudilerin) prizmasından düşünmeyi reddeden Pentagon ve Dışişleri'ndeki güç grupları arasında kavga kızıştı. Türkiye'nin tepesindeki bir ismin (KKK Yaşar Büyükanıt'ın) geçen hafta Washington'a yaptığı gezi ‘2. gruptaki gerçek WASP Amerikalılar' tarafından memnuniyetle karşılanırken, Washington'un diğer kanadını yani malum lobiyi rahatsız etti. Çünkü bu lobi, bizim Türk yetkilinin şahin-milli duruşunu, kendilerinin Kuzey Irak ve Barzanici politikaları adına tehlike olarak görüyorlar. Türkiye'de belirli kurumlardaki ‘şahin-milli duruşu' olanları pasifize etmeye çalışıyorlar. Yeni-yeniden Çuval operasyonu haberleri de bu çerçevede basına sızdırıldı. Ama aynı günlerde "Ulusal Dayanışma Komitesi" (Neyin nesi, kimin fesi oluyorsa) İnternet sitelerinde; görünüşte Yaşar Paşa'yı aklayan, ama aslında Yahudilerle akrabalık bağlarını deşifre edip töhmet altında bırakan açıklamaları yayınlandı:
İddia şunlardı:
"Yaşar Paşa Kızını bir Yahudi'ye verecek kadar Siyonizm dostudur"
Bazı medya organları ve internet sitelerinde Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Siyonizm düşmanı olduğuna dair haberlerin yayınlanması üzerine Ulusal Dayanışma Komitesi tarafından bir açıklama yapıldı. Ulusal Dayanışma Komitesi'nin bu açıklamasını yorumsuz yayınlıyoruz:

"Son zamanlarda çeşitli basın yayın organlarında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın yıpratılmasına yönelik olarak maksatlı birtakım haber ve yorumlara yer verildiği açıkça görülmektedir. Bu bağlamda kimlere hizmet ettiği belirsiz çeşitli internet sitelerinde Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın: ABD ve Siyonizm karşıtı olduğuna, Yahudilere karşı düşmanca hisler beslediğine ilişkin asılsız bazı haberlere yer verilmesi esefle karşılanmaktadır.
"Bu çerçevede Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a atfen: 'NATO da, PKK da, Türkiye'deki masonik sistem de, AB de, BM de, ABD de Siyonizm'e hizmet ediyor. Yani biz hepimiz, istesek de istemesek de Yahudilere hizmet ediyoruz. Yapacak başka bir şey yok!' sözlerine yer verilmiş, Orgeneral Büyükanıt ABD-NATO karşıtı, anti-semitist bir insan olarak takdim edilmek istenmiştir.
"Orgeneral Büyükanıt geçmiş yıllarda, NATO'nun Napoli'de bulunan; "Güney Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Karargâhı'nda "İstihbarat Daire Başkanlığı" görevini yürütmüş, Korgeneral rütbesiyle "Genelkurmay Harekât Daire Başkanı" ve Başbakan Bülent Ecevit'in "Güvenlik Danışmanı" görevinde bulunmuş ve bu görevi sırasında, bölücü başı Abdullah Öcalan'ın CIA ve MOSSAD'ın da desteğiyle Türkiye'ye getirilmesinde kilit rol oynamıştır.
"Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt gazetecilere yaptığı açıklamada hiçbir zaman : 'NATO da, PKK da, Türkiye'deki masonik sistem de, AB de, BM de, ABD de Siyonizm'e hizmet ediyor. Yani biz hepimiz, istesek de istemesek de Yahudilere hizmet ediyoruz. Yapacak başka bir şey yok!' anlamına gelebilecek hiçbir şey söylememiş, Türkiye'yi Filistin'e çevirmek istiyorlar sözleri de bu çerçevede değerlendirilerek yanlış anlaşılmıştır. (Bu açıklamaları bırakında Büyükanıt Paşa yapsın. Size ne oluyor?!)
"Orgeneral Büyükanıt yaşamının her döneminde Yahudi ulusunun var olma hakkı olarak tarif edilmesi gereken Siyonizm'e saygılı olmuş, Yahudi ulusunun tarihin çeşitli dönemlerinde yaşadığı büyük acı ve sıkıntılara ortak olmuştur. (Olay şeytanca çarpıtılıyor; çünkü Siyonizm Yahudi ırkının var olma hakkı değil, tüm dünyayı ele geçirme ve bütün insanlığı köleleştirme sevdasıdır)
"Orgeneral Büyükanıt gerek almış olduğu aile terbiyesi, gerekse Atatürkçü düşünce sisteminin bir gereği olarak hiçbir din ve ırk ayrımı gözetmeksizin insan sevgisini yaşamının merkezine almıştır. Nitekim kendi öz kızı Fikriye Bengü'yü, Yahudi asıllı Caymaz ailesine gelin olarak vermekte bir sakınca görmemiştir. Kamuoyunun da yakından bildiği gibi Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın damadı Ercan Caymaz, Ester ve Merkado ailelerinin kızı olarak dünyaya gelen Melahat Özcandan'ın oğludur.Bizler tekrar soruyoruz: Acaba bu ifşaat ve iddialar, Yaşar Büyükanıt Paşaya güya sahip çıkmak numarasıyla, "Onu Siyonist İsrail yanlısı" gösterip karalamayı mı amaçlamıştır?
Başka siteler daha da derin arastirmalarla Sn. Yaşar Büyükanıt'ın aile şeceresini çıkarmıştır. Şöyle ki:
Mehmet Yaşar Büyükanıt'ın soyağacı:
Dayısı: Mehmet Bahaettin Eryaşar
Dünürü: Mehmet Selim (aslen Yunanistan'a yerleşen İspanya Yahudilerinden Salamon-Süleyman'ın oğlu)
Sabetay Mehmet Yaşar Büyükanıt'ın annesi Fikriye Hanım, Ürdün'ün güneyinde, İsrail sınırında bulunan MAAN şehrinde doğmuştur. İsrailliler, Maan'ın kendi toprakları olduğunu iddia etmektedirler.
Kendisi:
Mehmet Yaşar Büyükanıt
TC kimlik numarası: 26021184734
Babası:
Mehmet Sırrı Büyükanıt
TC kimlik numarası: 35353699878 ve TC kimlik numarası: 26027184516
Soy ağacının izini kaybettirmek için kütük değiştirmiş. Kütük, Kocaeli'nden yanı başındaki İstanbul'a aldırılmış.
Annesi:
Fikriye Büyükanıt (Eryaşar)
TC kimlik numarası: 35338700346 ve TC kimlik numarası: 34099741254
Büyükbabası:
Mehmet Kamil Büyükanıt
TC kimlik numarası: 35341700272
Damadı:
Ercan Caymaz
TC kimlik numarası: 39472547584
Dünürün Annesi:
Melahat Özcandan (Asıl ismi: Sara Özcandan)
TC kimlik numarası: 31504865642, Asıl TC kimlik numarası ise: 27304954150
Merkado-Ester kızı 1321 (Rumi) yılı İstanbul doğumlu.
Asıl ismi ‘Sara' olan Melahat Özcandan'ın Yahudi olduğu eski nüfusunda açık olarak kayıtlıdır.
Soy ağacı izini kaybettirmek için, İstanbul Beşiktaş nüfusuna kayıtlı iken, kütüğünü İstanbul Üsküdar nüfusuna aldırmış ve Yahudi asıllı ‘Sara' ismini Melahat Özcandan şeklinde değiştirmiş".
Şimdi bütün bu iddialar doğru da olabilir. Ama bizim için önemli olan, kimin hangi dinden, hangi görüşten ve hangi kavimden olduğu değildir.
Önemli ve gerekli olan: Bir insanın hangi safta yer aldığı ve hangi cepheye hizmet ettiğidir.
ABD'yi ve AB'yi de güdümüne alan Siyonist ve emperyalist merkezlerin ve küresel keferelerin uşaklığını yapan, ama İslamcı sanılan yazar, hoca, şeyh, Prof veya aydın etiketli kişiler bizim nazarımızda, kahpedir ve kalleştir.
Ama temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına saygı duyan; Türkiye'nin çıkarlarına, bağımsızlık ve bekasına sahip çıkan; ABD, AB ve İsrail'in saldırgan ve haksız tavırlarını kınayan ve gerçekten barış ve bereketi arzulayan bir insan; Yahudi ve Hıristiyan kökenli veya ateist de olsa, elbette münafıklardan daha değerli ve şereflidir.
Ve Abdurrahman Dilipak, şunları yazmıştı:
"Büyükanıt!
Kim ne derse desin, son günlerin en flaş adı Pamuk değil. Büyükanıt.. Pamuk ekranda manşetlerde tartışılsa da, derin gündemin tepesindeki isim Büyükanıt paşa.
Geçen gün size aloihbar.com sitesindeki iddialardan söz etmiştim.. Bu konuda her gün yeni bir site yayına giriyor ve inanılması güç iddialar gündeme geliyor..
Bir şeyin inanılmasının güç olması, onun gerçek olmadığı anlamına gelmiyor kuşkusuz.
Buyurun size iki internet sitesinin adresi daha: www.ulusalihanet.com ve www.ulkucan.com.. Kurtlar Vadisi ya da Şubat Soğuğu dizileri buradaki iddialar yanında çok amatör kalıyor.. Sabataylarla ilgili sitelerin hemen tümünde Büyükanıt'ın adı geçiyor.. Darbe spekülasyonları da hep aynı isim etrafında dönüp dolaşıyor. Dışarıda Tolon paşa, içeride Büyükanıt paşa..
Büyükanıt'ın da Pamuk ile aynı derin aileye mensup olduğunu iddia eden bir kaynak, Büyükanıt'ın bütün aile ilişkilerini saymış dökmüş.. Bir başkası, Büyükanıt'ı Lagendijk'e cevap vermeye çağırıyor ve diyor ki; "AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, TSK'yı Güneydoğu'da provokasyon yapmakla suçladı. Lagendijk, "Çünkü ordu PKK ile çatışmayı seviyor. Bu onu güçlü ve önemli kılıyor" diye konuştu. Bu sözler gerçekten son yıllarda söylenmiş çok iyi formüle edilmiş sözlerden. Gerçekliği ayrıca tartışılabilir. Ancak söylenme zamanı bana ilginç geldi. Bu sözlerin Orhan Pamuk Davası ile elbette ilgisi yok. Bu sözler artık AK Parti'den vazgeçmiş, askerlere yönelmiş bir ABD'yi dengeleme anlamına geliyor olmalı. Yoksa durup dururken böylesine tehlikeli bir düşünceyi ortaya koyamazdı Lagendijk. Şimdi Cemil Çiçek çıktı konuştu hükümet adına, Lagendijk'i kınadı. Ama diyorum ki, bu sözlere asıl muhatap olan askerler cevap vermeliydi. Genelkurmay Başkanlığı tatmin edici bir cevap verebilirdi. Haydi, Hilmi paşa konuşmayı sevmiyor, konuşmayı seven Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt paşa cevap verebilirdi. Ki, Lagendijk'in kastettiği Şemdinli olaylarında onun adı geçti. Hem madem Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök göreve başladığında ve değişik vesilelerle Genelkurmay adına ancak kendisinin ve Genelkurmay Genel Sekreteri'nin konuşabileceğini söylemişti. Bu emir Büyükanıt paşaya sökmüyor olmalı ki, o her fırsatta konuşuyor! Lagendijk'e cevabı hükümet değil, Genelkurmay vermeliydi. Ya da en azından sessiz kalmamalıydı. (Acaba Hilmi Özkök'ü aklamaya ve haklı çıkarmaya çalışmanın asıl sebebi nedir?)
Büyükanıt paşa hükümete karşı haşin, ama ABD ve batılılara ve özellikle de İsrail'e karşı her zaman yumuşak bir siyaset izlemekle tanınıyor.."

Malum ve mel'un bir yazar:
On Maddede O Adam
Birinci Madde: O adamın isminin Türk ismi olduğuna aldanmayınız. Kendisi Türk değil Yahudi kökenlidir. (Yahudi olmak elbette bir suç değildir ama Yahudi olduğu halde kendisini Türk olarak tanıtmak ayıptır, bir aldatmadır, binaenaleyh ahlâken suçtur.)
İkinci Madde: O adam Müslüman değildir, ateist olduğunu söylemiş ve yazmıştır.
Üçüncü Madde: O adamın bütün sülâlesi yetmiş seksen seneden beri İsrail ve Amerika tarafından desteklenmiş, kendilerine büyük servetler kazandırılmıştır.
Dördüncü Madde: O adam şu anda üzerine yüklenen vazife ve misyonu yerine getiren paralı bir ajandır.
Beşinci Madde: O adam, vazife ve misyonunu başarıyla yapabilmesi için özel eğitim almıştır.
Altıncı Madde: O adamı, ileride şartlar uygun olur ve elverirse İsrail ve ABD Yahudileri çok yüksek bir makama (tahmin ediniz) getirmek istiyorlar.
Yedinci Madde: Bu adamı büyük medyada GİZLİ YAHUDİLER, yani zahiren Türk ve Müslüman görünen, gerçek kimlikleri ise Yahudiliğin bir sekti olanlar desteklemektedir.
Sekizinci Madde: O adamı destekleyen bazı Türkler de vardır. Bu Türkler, G.Y. tarafından benzetilmişlerdir.
Dokuzuncu Madde: O adamın şöhreti tamamen boş ve koftur. Hiçbir edebî, fikrî, kültürel, sanatla ilgili değeri yoktur. Şişirmedir, balondur.
Onuncu Madde: O adam "Sahibinin Sesini" duyuran bir kukladır.

Bütün bunlar olurken, bazı ülkücüler, fermanlar yayınlayıp, artık her türlü sokak taşkınlığından uzak kalacaklarını, fikri ve manevi hazırlıkla meşgul olacaklarını, kısacası mevcut duruma sahip çıkacaklarını, herhangi bir devrim ve değişime ortak olmayacaklarını açıklamaktaydı..
Acaba bazı ülkücüler, 12 Eylül öncesinde, dış güçlerce kışkırtılan kardeş kavgasında kullanıldıklarını ve bu kör katliama katılmayan Milli Görüşçülerin haklılıklarını şimdi yeni anlayıp uslanmışlar mıydı?!.
Yoksa, mutlaka gerekli olan Milli bir diriliş ve direniş hareketine destek çıkmamak üzere, "USA"laştırılmışlar mıydı?!.
İşte iddiaları ve dayanakları:
-Gözü dönmüş hainler, Ülkücü hareketimizin Milli ruhunu ve heyecanlarını kullanmanın peşindedir. Kardeşlik bağlarımızı (ülkücü camiamızı) çözecek gizli senaryolar içindedir......
-Ülkücü hareketi sokaklara taşıyacak ve kardeşi kardeşe kırdıracak hesaplar yapılmaktadır......
-Ulusalcılar ve Kuvvacılar olarak kendilerini tanıtan bu hainlerin, Milliyetçilikle ve ülkümüzle hiçbir yakınlıkları yoktur......
-Şimdi ise ülkücü hareketi etnik tuzakların içine çekerek kardeş kavgasına sokmak istemektedir..
-Bu sinsi ve kurnaz bedhahlar, kendilerinin aziz milletimiz nezdinde kabul görmeyeceklerini bildikleri için emellerine, hareketimizi alet etmek istemektedir.......
-Hainlerin, güvenlik güçleriyle doğrudan karşılaşmaları için, biz aralarına girmeyeceğiz.......
-Darbe peşinde olan hainlere, Milliyetçi hareketimizin dinamiklerini kullandırmayacağız..."!?...
1980 öncesi tam olarak dinlemediğimiz büyüğümüzün vasiyetini, şimdi tam olarak yerine getireceğiz.!?.."
Şimdi biz de merakımızdan soruyoruz: 1980 öncesi hayattaki büyüklerini dinlemeyenlerin, şimdi vefatından sonra hangi merkezlerin güdümüne girip girmediğini nerden bileceğiz ve nasıl güveneceğiz?
Bazı ülkücüler, Milli Görüşten dönenler ve Fetullah Gülenciler, mevcut gidişata ve tahribata ilgisiz ve tepkisiz kaladursunlar; Tüpraş'tan, Erdemir'den, Telekom'dan, limanlardan ve havaalanlarından sonra, Siyonist sermaye şimdi de TRT'nin peşindedir.
Soros, TRT'ye el attı:
Açık Toplum Enstitüsü aracılığıyla, 2001 yılından bugüne kadar yaklaşık 5 milyon dolar harcayarak Türkiye'de geniş çaplı çalışmalar yürüten ünlü Yahudi spekülatör George Soros şimdi de TRT'nin özelleştirilmesine el atmış bulunuyor. Soros'un amacının AKP'nin yasalar nedeniyle şimdilik askıya almak zorunda kaldığı özelleştirme girişimine kamuoyunu hazırlamak olduğu belirtiliyor.
Açık Toplum Enstitüsü'nün Bebek'te bulunan Türkiye Direktörlüğü'nde "Yayıncılıkta Kamu Hizmeti Gerekli mi?" başlığında dar katılımlı bir toplantı gerçekleştiriliyor. Toplantıya Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Çıtak ve Gazeteci Tayfun Ertan'ın katıldığı biliniyor.
Haber-Sen Genel Sekreteri Osman Köse, "Yayıncılık alanını sermayeye teslim etmek için hedef saptırıyorlar. AKP'nin atadığı iş bilmez bürokratların beceriksizliği TRT'ye fatura ediliyor" diyor.
Bu kapsamda faaliyete girişen Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Direktörlüğü aralarında akademisyenler, bürokratlar ve gazetecilerin bulunduğu bazı isimlere görüşlerini soruyor. İletilen metinlerde "Özelleştirme ya da bir başka çözüm olabilir mi?", "TRT yayın yapmaktan vazgeçip, sadece içerik hazırlasın mı?", "Yayıncılıkta Kamu Hizmeti Gerekli mi?" gibi sorulara yer veriliyor.
Bu arada Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Direktörlüğü'nün ilk çalışma grubunu da oluşturduğu belirtiliyor. İlk toplantının ise geçtiğimiz günlerde aralarında Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Çıtak ve CNN Türk'te görev yapan gazeteci Tayfun Ertan'ın katılımı ile gerçekleştirildiği ileri sürülüyor.
TRT'nin altyapısı özel Tv'lere aktarılmak isteniyor
Açık Toplum Enstitüsü'nün TRT'ye olan ilgisini yakından takip ettiklerini söyleyen Haber-Sen Genel Sekreteri Osman Köse, Soros ve yerli işbirlikçilerinin TRT'nin gerekli olup olmadığını tartışmaya açmaya çalıştıklarına dikkat çekiyor. Köse, Açık Toplum Enstitüsü'nün Türkiye Direktörü Hakan Altınay'ın da TRT'yle ilgili iddiaları yalanlamadığına dikkat çekiyor. Köse, Altınay'la yaptıkları görüşmede Haber-Sen olarak kendi görüşlerini de öğrenmek istediğini de vurguluyor.
TRT'nin ortadan kaldırılarak altyapı ve teknik imkânlarının özel televizyonlara aktarılmak istendiği vurgulayan Köse, Soros'un Açık Toplum Enstitüsü'nü ve yerli işbirlikçilerinin burada aktif rol üstlendiğini ifade ediyor. Köse, adalet, güvenlik ve eğitim ne kadar gerekliyse, kamu hizmeti yayıncılığının da o kadar gerekli olduğunu belirtiyor.
Haber alma hakkı sermayeye bırakılamaz!
Halkın haber ve bilgi hakkının tek başına sermayeye bırakılamayacağını vurgulayan Köse, "Bu kasıtlı soruları soranları ve yanıt arayanları yakından tanıyoruz. Amaçlarını da biliyoruz. Bunlar arasına yeni bir aktör daha katıldı. Dünya onu turuncu devrimlerin sponsoru olarak tanıyor. Dünya onu para oyunları ile tanıyor. Gittiği her ülkede beslediği işbirlikçileriyle kendisine yeni alanlar oluşturuyor. Anlıyoruz ki, ülkemizdeki hedefi kamu hizmeti yayıncılığı, yani TRT" olmuştur diye uyarıyor.
Köse, ‘Açık Toplum' diye bir kuruluş ve onun maşalarının kapalı kapılar arkasında TRT'nin gerekli olup olmadığını tartıştığını anlatarak, "Yayıncılık alanını sermayeye teslim etmek için hedef saptırıyorlar. AKP'nin atadığı iş bilmez bürokratların beceriksizliği TRT'ye fatura ediliyor. Sordukları soruların cevabı belli, çünkü ezberletilmiş. Ülkesini satmakla övünen bazı pazarlamacıların cazgırlığında bu tehlikeli sonuca doğru yarışıyorlar" ifadelerini kullanıyor.
IMF ve Dünya Bankası'nın emriyle kamu hizmetlerinin ‘baş düşmanı' kesilen AKP'nin Acil Eylem Planı'nda TRT'yi yok etmeyi hedef olarak belirlediğini söyleyen Köse, "Bu hedefine ulaşmak için her yolu deneyen AKP'ye uluslararası işbirlikçileri de lojistik destek veriyor" şeklinde açıklamalar yapıyor ve halkımızı duyarlı olmaya çağırıyor...

Türk halkının algıları değişti
BİR MİLLET UYANIYOR!
ABD tehdit unsuru,
AB güven vermiyor.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu'nun (USAK) anketine göre Türk halkının Pamuk Davası, PKK sorunu ve Roj Tv Olaylarının ardından AB'ye güveni azalmaya başladı. Uzmanlar, Türk halkının AB'ye olan güveninin yüzde 61'den yüzde 55'e düşmesini AB-Türkiye ilişkileri bakımından alarm verici olarak değerlendirdi. Ankette Türkiye'nin tehdit olarak algıladığı ABD'yi, kötü bir durumda Türkiye'ye yardım edecek ülkeler listesinde de ilk sırada görmesi ise dikkat çekti.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK), 3. Dış Politika Algılama Anketi, Türk Dış Politikasına yönelik çarpıcı sonuçlar ortaya çıkardı. 1 Kasım-12 Aralık 2005 tarihleri arasında İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana'da yapılan anket Türkiye'nin diğer ülkelerle ilişkilerinden daha çok, kamuoyunun dış politikayı nasıl algıladığını ortaya çıkarmayı hedefliyor. Toplam 2 bin 500 kişi üzerinde yapılan ankete göre Türkiye'nin geleceğini Avrupa Birliği'nde (AB) görenlerin oranında önemli bir düşüş var. Geçen yılki ankette bu oran yüzde 61 iken, bu oran 2005 Aralık anketinde yüzde 55'e düştü. Türk Dünyası ve İslam Dünyası'nı alternatif görenlerin oranında artış var.
En çok ABD tehdit ediyor
Ankette, "Türkiye'yi en çok hangi ülke tehdit ediyor?" sorusuna verilen cevapta, ABD ilk sıradaki yerini alıyor. Geçen yıl yapılan ankete göre, ABD bu konuda 1.70 puanlık bir artış gösteriyor. Ankette dramatik bir diğer tırmanış ise İsrail'in 2.80 puanlık artışla 2. sıraya yükselmesinde görülüyor. Daha önceki ankette İsrail 4. sırada yer alıyordu. Tehdit algılamasında Fransa en olağan dışı tırmanışı gösteriyor. Bir önceki ankette 8. sıradayken Aralık 2005 anketinde 3. sıraya tırmanan Fransa 8.9 gibi bir puan artışıyla olağanüstü bir yükseliş gösterdi. Fransa'nın Türk kamuoyundaki gerileyen imajının en önemli nedeni olarak AB sürecindeki tutumu ve Ermeni iddialarını sıkça gündeme taşıması gösteriliyor. Ankette Yunanistan'ın listede 2. sıradan 7.70'lik puanlık düşüşle 4. sıraya kadar gerilemesi önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Bu da Yunanistan'ın Kıbrıs konusunda perde arkasında kalmasına bağlanıyor. Listede gerileyen bir diğer ülke ise Ermenistan. 2 ülke ilişkilerinde olumlu denebilecek ciddi bir gelişme olmamasına karşın Ermenistan'ı tehdit görenlerin yüzde 14'ten bir yıl içinde yüzde 6'ya gerilemiş olması yine bu ülkenin anket döneminde gündemde olmayışına ve diğer ülkelerin listede yükselmesine bağlandı.
AB'ye destek gerilemeye başladı
Türkiye-AB ilişkilerinde anketin yapıldığı dönemde yaşanan Pamuk Davası, PKK Sorunu, Roj TV, Kıbrıs Sorunu ve Ermeni iddiaları konularının ankete olumsuz yönde yansıdığı gözlendi. 3 Ekim 2005'te Türkiye'nin AB'ye adaylığı resmileşse de Türk halkının AB'ye olan güveninde ciddi bir aşınma dikkat çekiyor. Nitekim bu durum rakamlara yüzde 61'den yüzde 55'e düşerek yansıyor. Bu rakam, AB-Türkiye ilişkileri açısından alarm verici olarak da değerlendiriliyor. Ankette bir diğer çarpıcı sonuç ise İslam Dünyası ve Avrasya Birliği'nin yer değiştirmiş olması. Aralık 2005 anketinde Türk Dünyası ve İslam Dünyası alternatiflerinin ciddi bir sıçrama yaptığının da gözden kaçmaması gerekiyor. Yine ABD seçeneği de 2 misli bir artış dikkat çekiyor.

ABD'nin sürekli destek verdiği İsrail'in Lübnan saldırılarının ardından Amerikan Yahudi toplumu arasında İsrail-ABD ilişkileri üzerine hararetli tartışmalar başladı. Ve tarihinde ilk defa Siyonist lobinin kurmayları ve Gizli Dünya Devleti'nin Yahudi patronları ikiye ayrıldı.
İngiliz Financial Times gazetesi, İsrail'in Lübnan'ı yerle bir etmesine izin veren Washington'a kızan Amerika'daki bazı Yahudi çevrelerin, İsrail ile Filistin arasında barışın sağlanması için çalışacak yeni bir Yahudi lobisini örgütlemeye çalıştığını açıkladı. Gazete, "Yeni İsrail Projesi" adı verilen örgütlenmeye, ABD Başkanı George Bush'a karşı çıkışlarıyla tanınan dünyaca ünlü Yahudi asıllı milyarder işadamı George Soros'un da destek vereceğini yazdı. Gazetede yer alan haberde, Amerika'daki Yahudi toplumu içinde, bazı Filistinliler ve Soros'la birlikte barış için lobi faaliyetinde bulunacak yeni bir girişimin başlatıldığı vurgulandı. ABD'deki diğer Yahudi lobilerine alternatif olacak bu grubun, ABD'nin Ortadoğu'da devreye gireceği ve iki devletli bir çözüm için lobi faaliyetlerinde bulunacağı anlatıldı. Yeni yapının, Amerika'daki en etkili lobi kuruluşlarından biri olan Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi'ne (AIPAC) rakip olabileceğini ileri süren Financial Times, ancak yeni oluşumun liderlerinin, şimdilik bunu reddettiğini yazdı. Gazeteye konuşan Yeni İsrail Projesi'nin yöneticilerinden Jeremy Ben-Ami, "Lübnan krizi bu tartışmalara aciliyet getirdi. Tartışmalar, İsrail'in güvenliğinin Filistin krizini barışçıl bir yolla çözmekten geçtiği görüşünü Yahudi toplumuna benimsetme çabasını içeriyor. İsrail'in geleceği ve güvenliği için derin endişe duyuyoruz. Lübnan savaşı, İsrail'in karşı karşıya kaldığı tehlikeyi gösteriyor ve bunun için mümkün olan en kısa zamanda barışa ihtiyaç var." Diyerek dolaylı biçimde Bush yönetimini ve onu destekleyen Yahudileri suçladı. Financial Times, projeye destek verenler arasında ABD Yahudi Kongresi'nden David Elcott, ABD'nin eski dış politika planlamacısı ve Soros'un başkanı olduğu Açık Toplum Enstitüsü yetkililerinden Morton Halperin ve "Barış hemen Şimdi" örgütünün Başkanı Debra DeLee gibi isimlerin yer aldığını kaydetti. İsrail'in Hizbullah'a karşı kullandığı taktikleri eleştiren ve Filistinlilerle siyasi bir çözüme ulaşılmasını isteyen George Soros'un da projeye destek vermesi bekleniyor.

ABD-İsrail ilişkilerine yönelik tartışmalar, Chicago Üniversitesi'nden John Mearsheimer ve Harvard Üniversitesi'nden Profesör Stephen Walt'ın mart ayında yayınladıkları "İsrail lobisi" araştırmasında; "İsrail'in Amerika'yı her alanda ablukaya aldığını ve Amerikan yönetimlerinin İsrail'in çıkarına olmayacak hiçbir eyleme imza atamadıklarını" kaydetmeleri üzerine alevlenmişti.

Bu Siyonist çetenin ikiye çatlaması ve aralarında ciddi görüş ayrılıklarının başlaması, Deccalizmin (emperyalizmin) yıkılış habercisidir.
Henry Kissinger teklif ediyor: ABD ile İran anlaşsın!?
Bu Siyonistlerin amacı: Milli Görüş merkezli D-8'lere ve Türkiye öncülüğündeki Yeni Bir Dünya projesine karşı, İran'ın Amerikan safına katılmasıdır. Bakınız, Kissinger'in kiralık kalemi Cüneyt Ülsever ne hikmetler yumurtluyor.
"20. yüzyılın 21. yüzyıla emanet ettiği en büyük beyinlerden birisi olduğuna inandığım Henry Kissinger, geçenlerde yaptığı bir kısa konuşmada aynı konuya değindi. Kissinger, ABD-İran çatışmasının bir yere gitmediğini, iki tarafın da denetimi dışında bir sürü patlamalara yol açabileceğini, bundan tüm Ortadoğu devletlerinin zarar görebileceğini, ideoloji ihraç etmeye çalışmak yerine dünyadaki mümtaz yerini almak için çaba sarf edecek bir İran yönetiminin Batı'da kabul görebileceğini söylüyordu.
ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler, denetim dışı altüst olacak bir Ortadoğu haritası yerine, bölgede bugünkü yerleşik devletlerin çıkarlarını koruyan bir harita üzerine anlaşabilirler ve bu haritanın karşılığında da İran'ı dünyadaki yerleşik düzenin mümtaz bir temsilcisi olmaya davet edebilirlerdi.
Konuşma sırasında ortaya çıktı ki; Henry Kissinger benzer görüşlerini daha önce yazılı olarak da, benim daha evvel görmediğim bir makalesinde ifade etmişti:
"The Next Steps With Iran: Negotiations Must Go Beyond the Nuclear Thret to Broader Issues" İran'la Atılacak Sonraki Adımlar: Görüşmeler Nükleer Tehditten Daha Geniş Meseleleri Kapsamalı- (Washington Post- 31.08.2006)
İran'ın Ortadoğu'da "emperyal egemenliğinin" sadece bölgede değil, dünyada kabul görmeyeceğinin altını çizdikten sonra bana göre makalenin en can alıcı noktasında Kissinger diyor ki:
"(İran'ın global dünyaya davet edilmesi) şeffaf olarak doğrulanabilir objektif politikalarla anlatılmalıdır. Bir jeopolitik diyalog, nükleer zenginleştirme krizine getirilecek erken bir çözümün yerini tutmaz. Bu iki konu birbirinden ayrı ve ivedilikle ele alınmalıdır. Ancak, (nükleer tehdit ile ilgili) müzakerelerde alınacak sonuçların İran'ın geniş (global) dünyaya kabulü için ilk adım olduğuna dair güçlü duruşun açıkça anlaşılması gerekir."
Ancak, her anlaşma "optimum bir nokta"da karşılıklı anlaşmayı içerir. Ya İran, Batı'yı devrim ihracatı yapmayıp Ortadoğu'da klasik ve Batı ile ortak sürdürülecek bir hegemonyayı kabul ettiğine ikna ederse? O zaman Türkiye'nin bölgede "önemi" ne şekil alır?
Barışsever her ulusalcı, bu ihtimali hesaba katmak zorundadır.
Görünen o ki, ABD'de bazı beyinler bu konuda beyin jimnastiği yapmaya başlamışlar bile.

Wilson'un kakofoni çıkışı neocon Rubin'i çıldırttı? Çünkü Wilson siyonistinin sinsi değil hissi davranıp, Genel Kurmayımızı hedef alması, akıl ve vicdan sahiplerinin gözünü açmaktaydı.
Amerika'da AK Parti karşıtlığıyla bilinen neocon (yeni muhafazakar) Michael Rubin, ABD'li diplomatların Türkiye'deki irtica iddialarını önemsememesine sert tepki gösterdi.
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson'ın, "Türk medyası ve iç politikasında daima belirli bir kakofoni (kuru gürültü) olduğu" yönündeki açıklaması Rubin'i çileden çıkarttı. Wall Street Journal gazetesinde "Erdoğan'ın Türkiye'si" başlıklı bir yazısı yayınlanan Rubin, Cumhurbaşkanı Sezer ve Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın irtica açıklamalarından yola çıkarak Türkiye'de İslamî rejim tehdidi olduğunu iddia etti. ABD'de liberal eğilimli akademik çevrelerce eleştirilen American Enterprise Institute'un araştırmacısı olan Rubin, Türk siyasetçileri ve yetkililerinin işinin anayasayı savunmak olduğu bir vakitte ABD'li diplomatların Türk endişelerini görmezden geldiğini ve İslamî tehlikeyi hafife aldığını öne sürdü. Rubin, "Yönünü Batı'ya çevirmiş laik Türkiye devleti risk altında." ifadesini kullandı. Michael Rubin, Türkiye'de rejim endişesi olmadığını ifade ederek, "Türkiye, güçlü, istikrarlı ve laik bir demokrasidir." diyen Wilson'un bu görüşünün ABD Dışişleri tarafından da desteklenmesine büyük tepki gösterdi. İmam-hatip, başörtüsü, Suudi sermayenin Türkiye'ye gelişi ve YÖK'le tartışmaları örnek gösteren Rubin, "Demokratlar sistem içinde değişiklik için mücadele ederken, İslamistler rejimi değiştirmeye çalışıyor." iddiasında bulundu. AKP'nin anti-laik hedefleri olduğunu ve bunların iyice belirginleştiğini öne süren ABD'li yazar, Başbakan Erdoğan'ın kendisini AB'ye adamasının hedefinin esasında Türk ordusunun siyaset üzerindeki etkisini kırmak olduğunu savundu. Amerikan yönetimini âdeta göreve çağıran Rubin, "Diplomasi sadece müspet yönleri öne çıkarıp olumsuzlukları görmezden gelmemeli. En azından, ABD'li diplomatlar liberalizm uğruna bu duruma aracı olmamalı." diye yazdı. Aralık 2005'te ABD'ye ziyarette bulunan Org. Büyükanıt'ın AK Parti karşıtlığıyla bilinen American Enterprise Institute'un davetini kabul ederek burada Türk gazetecilerle sohbet toplantısına katılması tartışmalara neden olmuştu.

Bush, Irak'ın Vietnam'a benzediğini kabul etti... Bu ABD'nin insafsızlığının ve iflasının ilanıydı!
ABD Başkanı George Bush, ilk kez Irak Savaşı ile Vietnam Savaşı arasında benzerlikler olduğunu kabul etti. Beyaz Saray ise Bush'un sözlerini düzeltti.
ABC News'e bir röportaj veren Bush, Irak ile Vietnam Savaş'ında önemli bir dönüm noktası olan Tet Saldırısı'nın birbirine benzeyip benzemediğinin sorulması üzerine "Doğru olabilir." cevabını verdi. "Irak'ta kesinlikle daha fazla şiddet var." diyen Bush, "direnişçilerin, Irak'tan ayrılmaları için yetecek kadar zarar vermeye çalıştıklarını" savundu. Bush'u düzelten Beyaz Saray sözcüsü Tony Snow ise Irak'ın, 1968 Vietnam'ının tersine dönüm noktasında olmadığını söyledi. Show, "Başkan, Teröristlerin ABD kamuoyunu etkilemek amacıyla medyayı ve olayları kullanmaya çalıştığını söylemek istedi." dedi. 1968 başlarında Vietnam Savaşı'nda yaşanan ve savaşın kaderini değiştiren Tet Saldırısı, ABD'nin Kuzey Vietnamlıları ağır kayıplar verdirerek geri püskürtmesiyle sonuçlanmıştı. Ancak bu saldırının ardından birçok kişi, zaferin "kazanılamaz olduğunu veya çok pahalıya patlayacağını" düşünmeye başlamıştı.
Amerika itiraf etti: Irak'ta küstahça ve aptalca davrandık!
ABD Başkanı George Bush'un, "Irak da Vietnam" itirafının ardından ABD Dışişleri Bakanlığı'nın üst düzey bir yetkilisinden de Irak'ta başarısızlık itirafı geldi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu İşleri Bürosu Kamusal Diplomasi Yetkilisi Alberto Fernandez, ülkesinin Irak'ta "aptalca ve kibirlice davrandığı durumlar olduğunu" söyledi.
ABD için son durak: Irak
Her geçen gün daha da derinleşen Irak bataklığından kurtulmaya çalışan ABD, çırpındıkça batmaya devam ediyor. ABD'nin Irak'ta bozguna uğradığı gerçeği, ABD müttefiki ülkeler tarafından da artık yüksek sesle dile getiriliyor.
Kerkük politikası da iflas etti
Öte yandan, Irak'ın geleceği ile ilgili planlarını, Irak direniş gücünün giderek artması dolayısıyla sürekli değiştirmek zorunda kalan ABD, bu kez de Kerkük'ün statüsünün belirleneceği 2007 referandumunun daha ileriki bir tarihe ertelenmesi kararını almak üzere. ABD kongresinin telkiniyle, Irak'taki durumu araştırmak ve makul önerilerde bulunmak üzere kurulan bağımsız Irak Çalışma Grubu'nun raporunda, Irak anayasasında öngörüldüğü gibi 2007 yılı sonundan önce Kerkük'ün geleceğiyle ilgili referandum düzenlenmesinin bölgeyi şiddete boğabileceği kaydedildi.
Independent'de, işgalci kadronun itirafları
Baskı, şiddet tecavüz ve işkence ile yeryüzünde bir korku imparatorluğu kurmaya çalışan ABD'nin Irak politikasının iflas ettiği, ABD'nin yüksek tirajlı gazetelerinden Independent tarafından da manşetten atılan "birer birer gerçekleri söylüyorlar" başlığıyla duyuruldu. Independent gazetesinin dünkü manşet başlığının altında Irak'ın işgalinde rol oynayan, bu işgali savunan ABD'li üst düzey bürokratların isimleri, fotoğrafları ve aradan geçen yıllarda değişen ifadeleri yer alıyor.
İşte Yeni İsrail Projesini destekleyen Bush Karşıtı Siyonistlerin itirafları:
Colin Powell: 2003 yılında Birleşmiş Milletler'e Saddam Hüseyin'in kitle imha silahları olduğunu söyleyen Powell, 2004 Mayıs'ında bu bilgilerin doğru olmadığını itiraf etti.
Paul Bremer: Geçici Irak Yönetimi'nin Başkanı, 2006 yılının Ocak ayında işgalin beklediğinden daha zor geçtiğini belirtip, "Direnişle karşılaşacağımızı göremedik" dedi.
Zalmay Halilzad: Irak Büyükelçisi, genelde izlenen olumlu havaya ters olarak Mart ayında "Pandora'nın kutusunu açtık. Eğer şiddet durmazsa, Afganistan ve Taliban Irak'ın yanında bir hiç olarak kalacak" dedi.
Richard Perle: Savaşın planlayıcılarından birisi olarak görülen Perle, Kasım ayında 'Irak'ta büyük hatalar yapıldığını' söyledi.
Donald Rumsfeld: İstifa eden Amerikan Savunma Bakanı'nın bir iç yazışması bu hafta basına sızdı. Bu notta Rumsfeld "Amerikan birliklerinin Irak'ta yaptıkları bir işe yaramıyor" diyor.
Robert Gates: Savunma Bakanlığı'nın müstakbel ismi Gates, dün Senato'da 'Irak'taki savaşı kazanıyor muyuz?' sorusunu "Hayır" diye yanıtlamıştı.
Bush ve Blair'in kutuları boş
Independent'ın "Birer birer gerçekleri söylüyorlar" manşeti atılan kapak sayfasında iki kutu ise boş bırakılmış. Bu kutulardaki isimler 'Tony Blair' ve 'George Bush'.
ABD Başkanı George Bush, Irak'ın üç özerk bölgeye bölünmesine kesinlikle karşı olduğunu söylüyor, ama İsrail güdümündeki bir Kürdistan için var gücüyle çalışıyor!.
Bush, Amerikan Fox News televizyonuna demecinde, Irak'ta üç özerk bölge kurulması durumunda bunun, hem Sünnileri Şii radikallerle yarışma ortamına sokacağını hem de Kürtlerin Türkiye için sorun yaratacağını kaydederek bu durumda da bölgede şimdikinden çok daha büyük bir karışıklığın çıkacağını belirtti. Bush, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile dün yaptığı telefon görüşmesine ilişkin Fox News'un sunucusu Bill O'Reilly'ye bilgi verirken önemli açıklamalar yaptı. O'Reilly'nin, Irak'taki sorunun çözümü için ülkenin üç özerk bölgeye bölünmesi ve taraflara petrol verilmesi karşılığında çatışmamalarının istenmesi konusunda ne düşündüğünü sorması üzerine Bush, "Bunun doğru yol olduğunu sanmıyorum. Bu, şiddeti artırır ve durumu daha tehlikeli hale getirir. Başbakan El Maliki de aynı şekilde düşünüyor" dedi. Bush, El Maliki'nin, ülkenin üçe bölünmesine kesinlikle karşı çıktığını ve kendisinin de, tamamen aynı görüşü paylaştığını vurguladı. Federalizmin, yerel yönetimle merkezi hükümet arasında bir görev bölümü niteliği taşıdığını anlatan Bush, "Ancak ülkeyi bölmek ve 'üç özerk bölge olacak' demek; hem Sünnileri, Sünni ülkeleri, Sünni radikalleri Şii radikallerle bir yarışma içine sokar hem de Kürtler, Türkiye ve Suriye için sorun yaratır. Bu da, şimdikinden daha büyük bir karışıklığın çıkması anlamına gelir" diye konuştu. Bush, Irak petrolü konusunda da "Ben, petrolün halka ait oluğuna inanıyorum ve Iraklıların bunu anladığı ölçüde, petrol ülkenin birleştirilmesine yardım eder" dedi.
Irak'ta "Müslüman Barış Gücü" oluşturulup Yahudi ve Hıristiyan emellerine alet edilecek
Barzani, Washington'da törenlerle karşılandı, Beyaz Saray'da ağırlandı. Başkan Bush, aynı ilgiyi, hatta fazlasını Talabani'ye de göstermişti. Biri Irak'ın, diğeri Kürdistan'ın devlet başkanı...
Bu arada Türkiye, Kuzey Irak'a açılan Habur sınır kapısının karşı tarafına "Kürdistan Bayrağı" çekilmesini protesto ediyor. İyi de, bu yeni değil ki.
1995'te yazmışım "Kürdistan fiili olarak kuruldu" diye.
1995 yılında Habur'dan geçerken pasaportuma "Kürdistan" mührü vurulmuştu.
Ancak Barzani'nin ABD ziyaretinin, Kürdistan meselesiyle alakası yok.
Barzani ABD'ye Irak'a yönelik ABD planları ile ilgili olarak konuşmak için çağrıldı.
ABD Irak'tan artık çıkmak istiyor. Ancak arkasında kaotik bir ortam bırakmak niyetinde değil.
ABD'nin geliştirdiği çözüm ülkedeki ABD ve İngiliz askerlerinin yerine "Müslüman Barış Gücü" yerleştirmek..
Baştan beri ABD'nin aklında olan bu çözüm giderek netleşiyor.
Amerikalılar ve İngilizler gidecek, yerine Türkiye, Mısır, Pakistan askerlerinden oluşan Müslüman Barış Gücü konuşlanacak. Hatta bu güce birkaç Müslüman ülkenin daha asker vermesi planlanıyor ama ağırlık bu üç ülkede olacak. Dahası ABD bu gücün asıl unsurunun Türk askerinden oluşmasından yana. Yani Kürdistan'ı koruma görevi Türk askerine düşüyor!..
ABD'nin bu planının son ABD gezisi sırasında Tayyib Erdoğan'a "çıtlatıldığı", Erdoğan'ın da askerlerle görüştükten sonra "olabilir" mesajı yolladığı konuşuluyor.
Dışişleri'nden bir yetkili, "Bize ulaşmış resmi bir plan yok ama bu konunun çok konuşulduğunu biliyoruz" dedi. Tabii bu resmi bir açıklama değil.

Barzani'nin ABD ziyaretinin ardında bu plan var. Daha önce Irak'ta Türk askeri görmek istemediklerini söyleyen Barzani'ye, Bush'un "Göreceksin şaşırma" demek için Beyaz Saray'a çağırdığı belirtiliyor...
Soros: "Bush görevi bıraksın, servetimden vazgeçerim!" Diyor. Çünkü dünyayı gizlice ve ABD eliyle sömürelim diyen Siyonistlerin safında yer alan Soros, Büyük İsrail hayalcilerini körükleyen Bush'un kendi başlarına bela açacağını düşünüyor!..
Dünyaca ünlü Yahudi asıllı spekülatör George Soros, ABD Başkanı George W. Bush'un görevini bırakması durumunda tüm servetinden vazgeçeceğini söylüyor.
Soros, uluslararası terörizmi Bush liderliğindeki Amerikan politikasının ürettiğini belirtti. Amerikan PBS televizyonunda The Charlie Rose Şov'a konuk olan Soros "Age of Fallibility: Consequences of the War on Terror" (Yanılgılar Çağı: Terörizmle Savaşın Sonuçları) adlı son kitabı ve ABD dış politikası hakkında değerlendirmelerde bulundu. "11 Eylül saldırılarından sonra terörizmle mücadele yolumuzu kaybettik." diyen Soros, bunun neticelerinin büyük bir yıkım oluşturmakta olduğunu savundu. Irak savaşının bir hata olduğunu kamuoyunun kabullendiğini öne süren George Soros, Irak'ın işgalinin "masum kurbanlar" ürettiğini öne sürdü. ABD'li milyarder, dünyadaki Amerikan nefretinin arkasında Irak'ın işgalinin önemli rolü olduğunu kaydetti. Terörizmin ana kaynağının işgal ve insanları rencide etme olduğunu dile getiren Bush karşıtı Soros, İsrail'in Gazze Şeridi'ni işgaliyle Hamas'ın; Lübnan'ı işgaliyle de Hizbullah'ın kendini gösterdiğini belirtti. Terörü doğuranın asıl Amerika'nın terörle mücadele politikası olduğuna işaret eden ABD'li milyarder George Soros, "Irak'ı işgal ettiğimiz için Sünni direnişi var, Mehdi ordusu var. Suudi Arabistan'da birlik konuşlandırdığı için El Kaide, ABD'ye sırt çevirdi." diye konuştu. Terörü, Amerikan politikası üretiyor ABD işgallerinden sonra buradaki halkın potansiyel direnişçi ve terörist konumuna düştüğünü savunan Soros, "Bu insanların yüzde 80'i masum. Onları bu hale biz getirdik. Biz orayı işgal edinceye kadar onlar terörist değildi. Oraya girilince kardeşlerinin direnişlerine destek verdiler." şeklinde konuştu. "Bush, görevini bırakırsa servetinizin yüzde 90'ından vazgeçer misiniz?" şeklindeki soruyu Soros şöyle cevaplandırdı: "Yüzde yüzünü. Çünkü bu insanlığa büyük bir hizmet olur. Bush'un yanlış planları nedeniyle dünya kötü yöne gidiyor." Soros'un kişisel malvarlığının 12 milyar dolardan fazla olduğu belirtiliyor.
İsrail Büyükelçisi: "İran'a saldırı hata olur!" demiş... Herhalde sonlarını sezmiş!..
Fatih Altaylı Anlatıyor:
İsrail'in Ankara Büyükelçisi Avivi cuma günü ziyaretime geldi.
Hamas liderinin Türkiye ziyaretine tepkisini sordum.
"Basın abarttı. Bence çok da mühim bir şey değil. Biz sizin kadar tepki göstermedik" dedi. Oysa Metehan Demir'in konuştuğu İsrail Cumhurbaşkanı, Hamas liderinin Türkiye ziyaretinden çok da mutlu olmadıklarını söylemişti.
Şaşırdım. İran'ın nükleer güce sahip olması konusunda "İsrail'den daha çok çevre ülkeler, hatta Avrupa için tehlike" dedi.
"Peki İran vurulmalı mı?" diye sordum. "Hayır vurulmamalı. Çok yanlış olur" dedi ve anlattı: "Zaten isteseniz de vuramazsınız. Irak'taki nükleer reaktörü biz vurmuştuk. Hatırlarsınız... Ama İran Irak değil. Hem vurmak güç, çünkü çok yaygın bir tesisler ağı var, hem de vurmaya gerek yok. İran'ı vurmak çok daha komplike sorunlara yol açar."
"Peki ne yapmak gerek" dedim.
"Uluslararası camia el ele vermeli" dedi. "Birleşmiş Milletler öncülüğünde bir siyasi baskı kurmak gerekiyor. İran'ı siyasi olarak köşeye sıkıştırmak lazım. Gerekirse çok sıkı bir ambargo uygulanmalı. Dayanamayacakları bir uluslararası baskı gerek. Türkiye burada çok önemli" diye anlattı.
"Herkesin nükleer silahı var. İran'ın da olsa ne olur?" dedim.
"İran'ın bu silahı uzağa yollama kapasitesi de var.
Madrid'le Pekin arasında her yere fırlatabilirler. Bu bir risktir" dedi.
"Fırlatacaklarına inanıyor musunuz?" diye ısrar ettim.
"Asıl mesele bölge dengeleridir. İran bu silaha sahip olursa, bölgede herkes ya yapmak, ya da satın almak zorunda kalır. İran nükleer güce sahip olursa, mesela Suudi Arabistan da mutlaka edinir. Nükleer yarış bölgede başlar" dedi. Türk-İsrail ilişkilerine de değindik. "İlişkiler iki yıl önce biraz sallandı. Ama şimdi çok çok iyi. Ticaret hacmimiz tarihin en yüksek düzeyine geldi. Türk firmalar İsrail'de pek çok iş aldı. Bizim Türkiye'den aldığımız işler var. Sorunlu günler geride kaldı" dedi.

"Ya Kuzey Irak. Oradaki faaliyetleriniz rahatsızlık yaratıyor" dedim. "Bizim orada bir faaliyetimiz yok. Bizim orada faaliyetimiz olduğu iddiası tamamen bir Suriye propagandasıdır. Irak'ta Türkiye'nin ve İsrail'in çıkarları ortak. Bölünen bir Irak istikrarsızlık yaratır. Bundan en fazla zararı ise siz ve biz görürüz" diye fikrini belirtti.
"Ama bilim adamlarınız makalelerinde Irak bölünmeli diye yazıyorlar" diye itiraz ettim.
"O onların fikri olabilir. Bizim politikamız değil. Fikirleri de yanlış" dedi. Bu sohbetin en ilginç tarafı Büyükelçi Avivi'nin, kendi Cumhurbaşkanı ile tam ters bir fikre sahip olmasıydı. HYPERLINK "http://www.millicozum.com/index.php?option=com_content&task=view&id=820&Itemid=58" \l "_ftn7#_ftn7" \o "_ftnref7" [7]
Evet, Siyonist çetenin ikiye çatlaması, çok önemli ve tarihi bir olaydır. Şimdi sömürü baronları biri biriyle uğraşmaktadır ve şeytanın şatosu sarsılmaktadır. Bu gelişme, elbette Müslümanların ve mazlumların da işini kolaylaştıracaktır. Çünkü, "Artık Vakit Tamamdır." Ve Allah nurunu tamamlayacaktır!..
İsrail'de, Siyonistler arasındaki anlaşmazlık büyüyor!
İsrail'de, Başbakan Ehud Olmert ile Savunma Bakanı Amir Peretz arasında ipler geriliyor. Savunma Bakanı Amir Peretz'in, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı telefonla arayarak, Gazze'den atılan Kassam füzelerini durdurması istemiyle iyice su yüzüne çıkan gerginlik, Olmert'in Peretz'i görevden alacağı veya bakanlar kurulunda bir başka göreve kaydıracağı yolundaki iddiaları da gündeme taşırken, Peretz'in yerine atanacak muhtemel isimler de telaffuz ediliyor.
İşçi Partili bakanların bir kısmı, Olmert'in Peretz'i görevden alması halinde hükümetten ayrılacakları tehdidinde bulundu. İsrail Radyosu, Peretz'in savunma bakanlığından istifa etmesi halinde, Ehud Barak'ın İşçi Partisinin muhtemel savunma bakanı adayı olduğunu duyurdu.
Peretz'in savunma bakanlığına atanması yerine, yetkileri genişletilmiş sosyal-ekonomik bir bakanlığı almasını savunanlar da var. Peretz'i istifa etmemesi halinde, Olmert ve Peretz'in, en azından 2007 Mayıs ayında yapılacak İşçi Partisi genel kuruluna kadar birlikte çalışabilecekleri de belirtiliyor. Ekim ayı sonunda İsrail Evimiz Partisi Başkanı, aşırı radikal görüşleriyle bilinen Avigdor Lieberman'ı hükümete Başbakan Yardımcısı ve Stratejik Tehditlerden Sorumlu Bakan olarak katan, İsrail Evimiz Partisinin 11 milletvekili ile Knesset'teki milletvekili desteğini 78'e çıkaran Başbakan Ehud Olmert ise koalisyonunu daha da genişletme peşinde... Olmert'in, halen boş olan sosyal güvenlik bakanlığını, koalisyona katmayı planladığı Birleşmiş Tevrat Yahudiliği partisine verme niyetinde.
Olmert ile İşçi Partisi arasında, Avigdor Lieberman ve partisinin hükümete katılması sırasında da gerginlik olmuş, İşçi Partililer koalisyondan ayrılma tehdidinde bulunmuş, ancak Peretz, koalisyonda kalınması yönünde tavır almıştı. İşçi Partili Bilim, Kültür ve Spor Bakanı Ofir Pines-Paz ise bu katılıma karşı çıkarak, bakanlık görevinden ayrılmıştı.
"Ne barıştan, ne Abbas'tan umudumu keserim"
Peretz ise ismi savunma bakanlığı için geçen eski Başbakan Ehud Barak ile ilgili olarak Yediot Ahronoth gazetesine yaptığı açıklamada, "Barak savunma bakanı mı olmak istiyor? O Lübnan'dan kaçısın mimarıydı" diye kinayeli bir cevap verdi.
İşçi Partisince düzenlenen bir konferansta ise Peretz, Başbakan'la olan anlaşma uyarınca Birleşmiş Tevrat Yahudiliği partisi sosyal güvenlik bakanlığını almazsa, bunu başka bir bakanlıkla değiş tokuş ederek kendilerinin alacağını söyledi.
Peretz, "Size söz veriyorum; gelecek hafta bu makamı Başbakan'dan alacak ve bu koltuğa kimin oturacağına karar vereceğim" dedi. Kendisini hedef alanları da şiddetle eleştiren Savunma Bakanı, "Üstlendiğim yurttaşlık görevine çok önem veriyorum. Eğer sorumsuzca yapılan bir şey varsa, bu da şahsıma karşı içeriden ve dışarıdan yöneltilen eleştirilerdir. Çünkü bunlar ulusumuzun moralini yıpratıyor" diye konuştu.



DÜNYA YAHUDI VE SIYONIST CEVREYI TANIYALIM SONRA OKUMAYA DEVAM






About irFaN DeRiN GüNDeM

Hi there! I am Hung Duy and I am a true enthusiast in the areas of SEO and web design. In my personal life I spend time on photography, mountain climbing, snorkeling and dirt bike riding.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

KÜRT ACILIMININ TÜM DESiFRESi

iYi iZLE AKP TÜRKiYEYi BÖYLE SATIYOR _______________________________________________________________________ OLASI BiR iSTANBUL DEPREMi OLURSA AMERIKA TÜRKIYEYI ISGAL EDER