Header ads

Header ads
BU DESiFREYi OKUMAK iCiN .RESME TIKLAYIN KONU ARSiViNDEN DE BULABiLiRSiNiZ

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Kristof Kolomb BIR YAHUDIYDI BÜTÜN KIZILDERILILERI ÖLDÜRDÜLER

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

AMACLARI ISPANYADAN KOVULAN YAHUDILERE YENI YERLESIM ALANI BULMAKTI KESIF DEGILDI




I . KISIM

DÜZEN'İN GİZLİ TARİHİ


"Tarih rastgele gelişmez. Gözünden hiçbir şey kaçmayan Dünya Üstadları'nın yapıtıdır tarih.

Doğal olarak, Dünya Üstadları giz aracılığıyla korurlar kendilerini."

Umberto Eco, Foucault Sarkacı, s. 202


BİRİNCİ BÖLÜM

1492 VE SONRASI:DÜZEN'İN İLK ADIMLARI



"Beth" ve "he" (Yani "Be ezrat ha Chem" ya da

"Baruch Chem"; "Tanrı (Yehova) kutsaldır")

-Kristof Kolomb'un özel mektuplarından kullandığı monogram


İspanyalı Kabalacılar'ın, "Mesih getirme" planları kurmaya başladığı dönemlerde, İspanya'da çok ilginç şeyler oldu. 1492 yılıyla simgeleşen bu ilginç gelişmeler, tüm dünyayı derinden etkileyecek olan büyük değişimlerin anahtarlarıydı. 1492, Kristof Kolomb'un Amerika'yı "keşfettiği", Sefarad Yahudilerinin İspanya'dan sürüldüğü ve Endülüs'ün son kalıntısı olan Müslüman Granada Devleti'nin yok edildiği yıldı...


Üç olay da önemliydi. Kolomb'un Amerika'yı bulması, beyaz adamın dünyaya yayılması ve sömürgeciliğin başlaması anlamına geliyordu. Ayrıca yepyeni bir kıta, adı üstünde Yeni Dünya keşfedilmişti. Dünya artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı. Başkan Bush tarafından "ilk Amerikalı" olarak tanımlanan Kolomb'un keşfettiği Yeni Dünya'da doğacak ve gelişecek olan medeniyet, bugün bizim "Yeni Dünya Düzeni" dediğimiz düzenin de kurucusu ve yöneticisi haline gelecekti. Üçüncü Dünya Forumu Afrika Bürosu Şefi Samir Amin, "1492'de başlayarak yaratılan dünya, kapitalist sömürü ve uluslararası eşitsizliğe dayalı bir sistem olarak, beş yüzyıldır ne idiyse öyle kaldı" demişti.


İspanyol Yahudilerinin sürülmesi ise belki o kadar dikkat çekmeyen, ancak çok önemli sonuçlar doğuran bir olaydı. İlerleyen sayfalarda bunu birlikte göreceğiz.


Son olarak, Müslüman Granada Devleti'nin yok edilmesi ve içindeki Müslümanların kılıçtan geçirilmesi son derece büyük ve anlamlı bir gelişmeydi. Avrupa'dan İslam kazınmıştı. Endülüs Emevileri'nin İber Yarımadasında kurdukları büyük medeniyetin son kalıntısı olan Granada, 15. yüzyılda İspanya'yı saran "reqonquista" (yeniden fetih) çılgınlığının ve sonradan daha da ünlenecek bir yöntemin, "etnik temizliğin" kurbanı oldu.


Ancak belirttiğimiz gibi bu olaylar İspanya'da gerçekleşiyordu; yani az önce, "Giriş"te incelediğimiz üzere, başlıca hedefleri "tarihin akışını değiştirmek" olan Kabalacılar'ın en büyük merkezinde... Bu durumda, dünyanın resmi tarihinin yanında bir de gerçek tarihinin olabileceğini düşünerek ve Allah'ın Kuran'da haber verdiği "İsrailoğulları'nın ikinci yükselişi"ni göz önünde bulundurarak, şu soruyu sorabiliriz: Acaba bu olayların, İspanya'daki Kabalacıların kendilerini adadıkları Mesih Planı ile bir ilgisi var mıydı? Bu bölümde bu sorunun son derece ilginç olan cevaplarına göz atacağız. Düzen'in nasıl hazırlandığını görecek ve "ikinci yükseliş"in öyküsünü izleyeceğiz...


Yeni Dünya'nın keşif öyküsü egzotiktir. Kristof Kolomb, 3 Ağustos 1492'de Yahudi takviminde Kudüs'teki Süleyman Tapınağının Romalılar tarafından yıkılışının günü olan Ab ayının 9'undan bir gün sonra beraberindeki üç karavela ile birlikte büyükçe bir kalabalığın toplandığı İspanya'nın Palos limanından yola çıkar. Beraberinde onbeş aylık yiyecek ve altı aylık su vardır. Bilinmeyene doğru yola çıkmaktadır. Keşif heyeti toplam seksen kişiden oluşmaktadır. Amiral sancağı Kolomb'un gemisi olan Santa Maria'ya çekilmiştir. Kolomb seyir defterine şöyle yazar: "3 Ağustos Cuma, buradan itibaren kendi yoluma koyulmam ve Hintlere ulaşana kadar seyredebilmem için rota Alteslerinize ait olan Kanaryalardır... Amacıma ulaşmak için uykuyu unutmam gerekiyor..." İki aydan daha fazla bir sürenin sonunda, 11 Ekim Perşembe günü, Kolomb Yeni Dünya'ya ayak basar. Hint adalarından birisi sandığı bu kara parçasına, San Salvador adını verir. Diz üstü çöker ve dua eder:


Ebedi ve kadiri mutlak Tanrı, yaratıcı sözün enerjisiyle göğü, denizi ve yeri doğuran Tanrı! Adın heryerde kutsansın ve ünlensin! Senin Yüceliğin ve Egemenliğin yüzyıldan yüzyıla ululansın, Kutsal Adının senin hükümranlık alanının şimdiye kadar saklı olan bu yarısında, kölelerinden en sefilinin aracılığıyla tanınmasına ve yayılmasına Sen izin verdin...


Bunlar, Kolomb hakkında bilinen ve resmi olan bilgilerdir. Ama Yeni Dünya'yı gün ışığına çıkararak tarihi derinden etkileyen bu denizcinin bir de resmi tarih dışındaki bir kimliği ve misyonu var. Son olarak "Yeni Dünya Düzeni" adı altında ortaya çıkan Düzen'in gerçek kimliğini ve misyonunu tanımak için, Kolomb'un gerçek kimliğini ve misyonunu da tanımak gerekiyor...


Kristof Kolomb'un Bilinmeyen Öyküsü


Amerika'yı "keşfeden" ve kendisinden 5 yüzyıl sonra ortaya çıkacak olan Yeni Düzen'e bu şekilde bir anlamda "babalık" yapan Kristof Kolomb kimdi acaba? Niçin çok daha önceden bulunmuş olmasına rağmen, asırlar boyu bu kıtayı yeni "keşfetmiş" bir kişi olarak tanındı? Yola çıkarken amacı neydi? Karaya ulaştığında hangi "Tanrı"ya yakarışta bulunmuştu?


Kabala diyarı İspanya'dan Yeni Dünya'ya yolculuk eden bu denizcinin kimliğini araştırdığımızda şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Çünkü, hakkında sayısız kitap yazılan, filmler çevrilen ve bu "resmi" bilgilerin hemen hepsinde bir Hıristiyan misyoneri olarak tanıtılan Kolomb, aslında bir Yahudi... Yahudi yazar David M. Eichhorn, şöyle diyor: "Aslında ismi Colombus değildi. Genova'da doğmuş bir İtalyan da değildi. Asıl ismi Juan Colon olan ve Pantevedra yakınlarında doğmuş olan bir İspanyol Yahudisiydi." 1




Kolomb ne bir misyoner, ne de bir maceracıydı. Yeni Dünya'nın kaşifi, gerçekte bir Yahudi... İşte Kolomb'un gerçek kimliğini açığa vuran iki şifre: Yanda, İmzasında yer alan İbranice "bet" ve "he" harfleri, yani "Yehova kutsaldır". Üstte ise, sol eliyle yaptığı ve o dönemde İspanya'daki Yahudi dönmelerinin (konversorlar) birbirlerini tanımak için kullandıkları işaret.


Türk Yahudi cemaatince yayınlanan Şalom gazetesinde ise, Dalia Sayah'ın yazdığı "Kristof Kolomb gerçekten Yahudi miydi?" başlıklı bir araştırma yayınlanmıştı. Yazı bazı ilginç bilgiler veriyordu:


... Fakat asıl önemlisi Kolomb'un ailesine yazdığı bütün mektupların sol üst köşesinde göze çarpan ilginç bir monogramdır.Yarım yüzyıl önce Maurice David'in çözdüğü bu monogramın bir Yahudi'nin kaleminden çıkan her türlü yazının başında bulunması gereken iki harften: 'bet've'he'den oluştuğu bugün biliniyor." (Beth ve he: yani Be ezrat ha Chem ya da Baruch Chem, Tanrı (Yehova) kutsaldır...) O'nun bir Marrano (Yahudi dönmesi) olduğu iddiasını kanıtlayan başka bir nokta ise tablolarında sol elini belli bir şekilde tutmasıdır. Bu Marranoların birbirlerini tanımak için kullandıkları gizli bir işaretti... Kristof Kolomb... Artık bu büyük kaşifin gerçek kimliğinin ortaya çıkmasının zamanı geldi. Sefarad Kristof Kolomb! Onu artık tanımlayabiliriz bile: Amerika'daki kuzenimizdi O! 2


Şalom, bir başka sayısında ise; Sarah Leibovici'nin yazdığı Christophe Colomb Juif, Marieanne Mahn Lott 'un yazdığı Portrait Historique de Christophe Colomb ve M. Kayserling'in kaleme aldığı The Participation of the Jews in the Spanish and Porteguese Discoveries adlı kitapları kaynak göstererek, Kolomb hakkında şu bilgileri veriyor:


Kolomb Yahudi miydi? Bugün artık bu kesinleşmiştir. İşte tartışma götürmez bir kanıt: Günah çıkardığı rahip Hernando de Talavera'nın, Kraliçe İsabella'ya Kolomb'un yola çıkışından bir kaç gün önce yolladığı mektup. Talavera, Kraliçe'ye bu 'şeytandan esinlenen yabancının böylesi çılgın bir serüvene atılmasına izin vermemesi' için yalvarmaktadır. Şöyle devam eder rahip: 'Eğer kutsal Ruh evlatlarının dış denizlere açılmasını isteseydi, bunu yapmaları için, kökenleri meçhul bir yabancının gelişini bekler miydi hiç?'


Rahibin antisemit duyguları bu satırlarda pek belirgin değilse de daha ileride iyice ortaya çıkar: 'Rahip Jean'ın gördüğü düşü tam olarak anlayamadım; Kolomb'un nefret edilesi gezisi sonucunda, nasıl olur da kutsal topraklar Yahudilerin eline geçebilir? Rahip Jean, bana, düşünde Aziz Jean Baptiste'i gördüğünü ve kendisine Kolomb'un yolculuğunun Yahudiler için çok bereketli olacağını, İsa'nın mezarını ele geçireceklerini açıkladığını söyledi.'


... Günümüzde Simon Wiesenthal'ın La voile de L'espoir (Umut Yelkeni) ve Sarah Lerbovici'nin 'Kristof Kolomb Yahudiydi' kitaplarında savundukları tezi çoğu tarihçi onaylamaktadır: Amerika'yı keşfeden bir 'konverso'dur (Yahudi dönmesi)...


Peki kimdir Kolomb ile birlikte yola çıkanlar?... Engizisyondan kaçan Yahudiler mi?... Tarih bize hala bu sırrı açıklamamıştır. Tek bilinen şey Kolomb'un gemilerinde rahip bulunmadığı, Arapça ve İbranice tercümanların yer aldığıdır.3


Kolomb'un imzasındaki Yahudi sembolleri, Yahudi tarihçi Lee M. Friedman tarafından da vurgulanır. Buna göre, Kolomb'un imzasının içinde "kusursuz bir üçgen", yani "Yahudiler için kutsal olan ve sinagoglarla mezarlıklarda sıkça kullandıkları bir figür" bulunmaktadır.4


Kolomb'un ailesi Barselona'dan gelme Katalan kökenli Yahudilerdendi. Tarihçiler Genova'da yaşayıp İspanyolca konuşan Kolomb ailesinin Yahudi olduğunu bildiriyorlar. Fransız Ça M'İnteresse dergisi de, Ekim 1991 sayısında, Kolomb'un Katalanya kökenli, sürülmüş ve Genova'ya sığınmış bir gizli-Yahudi (konverso) olduğunu vurgulamıştı. Yahudi tarihçi M. Kayserling ise, Kolomb'un eşi Beatrice Enriquez'in de Yahudi olduğunu bildirir.5


Kuşkusuz Kolomb'un köken olarak Yahudi olması tek başına fazla bir şey ifade etmemektedir. Önemli olan, Kolomb'un bu saklı kimliğinin çıktığı yolculukta bir rolü olup olmadığıdır. Bu soruya cevap olacak bazı bilgileri yine Şalom veriyor:


Ünlü bir İspanyol 'Kolomb uzmanı' olan Consuelo Varela'ya göre: 'Kolomb Eski Ahit'i neredeyse ezbere bilirdi. Aynı sosyal sınıfa mensup bir Katolik için böyle bir şey sözkonusu olamazdı. Üstelik ünlü gemicinin en büyük düşü Kudüs Tapınağı'nı yeniden inşa etmekti. Oysa Katolik kilisesine göre, İsa Yahudileri lanetlemişti, Tapınak bir daha asla inşa edilemeyecekti. Bugün Kristof Kolomb'un Yahudiliği artık tartışma götürmez bir olgudur.6


Kolomb'un Muharref Tevrat'ı ezbere bilecek kadar dindar bir Yahudi olmasının yanında, kendine hedef olarak da Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşasını seçmiş olması ilginç değil mi? Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşasının Kabalacılar'ca Mesih'in gelişinin en önemli şartı olarak kabul edildiğini (bkz, "Giriş") ve Kabalacılar'ın merkezinin de Kolomb'un yola çıktığı İspanya olduğunu hatırladığımızda, Yeni Dünya'nın neden keşfedildiği konusunda farklı gerçeklerle karşılaşıyoruz...


Kabalacı Kolomb, Kudüs Tapınağı'nı İnşa Etme Yolunda...


M. Tevrat'ı ezbere bilecek kadar dindar bir Yahudi olan ve en büyük düşü Mesih Planı'nın ve tarihin "anahtarı" sayılan Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nı inşa etmek olan bu adam, hayatının en önemli kararını verip yola çıkarken macera peşinde koşuyor olabilir miydi? Klasik anlatımlarda sıkça rastlanan para ve şöhret hırsı, bu denli sofu bir Yahudinin böyle bir yolculuğa niçin çıktığını açıklamak için yeterli sayılabilir miydi?


Kuşkusuz hayır... Kolomb'un "kutsal ve Siyonist" amaçları çeşitli Yahudi kaynaklarında vurgulanıyor. David M. Eichhorn, şöyle diyor: "Kolomb, gerçekte Yeni Dünya için ayrılıyordu. Aslında bu Yeni Dünya'nın varlığını önceki Vikingli kaşiflerin araştırmalarından biliyordu. Esas gizli amacı, güçlü Yahudi dostları için bir yer bulmaktı." 7


Amerikan The New Republic dergisinin yazdığına göre, Yahudi tarihçi Simon Wiesenthal da Kolomb'un İspanya'dan sürülen Yahudilere yeni bir yurt bulmak için yola çıktığına inanır. Buna göre Kolomb'un amaçlarının başında Osmanlı (yani İslam) karşıtı bir cephe oluşturma ve Kudüs'teki Kutsal Süleyman Tapınağını inşa etmek için "finansman" bulma özlemi geliyordu:


Kolomb'un yolculuğunun amaçları: 1. Hıristiyan Kral Prester John'a ulaşarak Osmanlı'ya karşı ikinci bir cephe açmak. 2. Kutsal yerleri kurtararak, 'Süleyman Tapınağı'nı yeniden inşa etmek... Kolomb'un 1481 yılında tuttuğu günlüğünde Flavius Josephus'dan bölümler var. Josephus'un notları arasında 'Ophir' ülkesinden bahsediliyor. (Altın ülke) Zengin altın yatakları olan bu ülkeden çıkaracağı altın ve elmas ile Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa ettirmeyi düşünüyordu.


Bütün bunlar, Kolomb'un amaçlarının o dönemde İspanya'da yoğunlaşmış olan Kabalacıların Mesih'i geri getirme planına uygun olduğunu göstermektedir. Kabalacılar'ın "tarihin akışını değiştirme" ve bu sayede de, Mesih'in gelişinin ön şartlarını yerine getirme hedefinin önemli bir uygulaması, anlaşılan Kolomb'un Yeni Dünya seferidir!


İşin daha da ilginç yanı, Kolomb'un kendisinin de bir Kabalacı olmasıdır! Kolomb'un gerçek kimliği ve amacı ile ilgili önemli bir bilgiyi Umberto Eco veriyor. Ortaçağ ve gizli örgütler uzmanı Eco, Kolomb'un bir Kabala uzmanı ve masonların atası konumundaki Tapınakçılar'ın büyük üstadı olduğunu bildiriyor:


... Kolomb'un amacı, Kudüs tapınağını yeniden kurmaktı; sürgündeki Tapınakçılar'ın büyük üstadıydı çünkü. Bilindiği gibi bir Portekiz Yahudisi, dolayısıyla da Kabala uzmanıydı; tılsımlara başvurarak fırtınaları dindirdi, iskorbit illetiyle başa çıkabildi...


Kolomb'un Kabalacı oluşu, yolculuğuna bir de metafizik boyut katmaktadır kuşkusuz. Bunun bazı görünür işaretleri de vardır. "Yahudi Ansiklopedisi" Encyclopaedia Judaica, Kolomb'dan sözederken, onun yola çıkarken ilginç bir Yahudi ritüelini uyguladığını bildiriyor: Kolomb, bütün hazırlıklar tamam olmasına rağmen, yola çıkmak için tam bir gün görünür hiçbir neden olmamasına rağmen beklemişti. Judaica, Kolomb'un yola çıkmaktan uzak durduğu günün, Yahudi takvimine göre Av ayının dokuzu olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü Av ayının dokuzu, Süleyman Tapınağı'nın yıkıldığı gündür ve bu gün Yahudiler oruç tutarak Tapınak'ın yıkılışının yasını tutarlar.


Anlaşılan Kabalacı Kolomb, kutsal yolculuğunun tarihini de, kutsal Yahudi geleneklerine göre belirlemiştir. Mesih Planı'nın anahtarı olan Süleyman Tapınağı ile ilgili geleneklere... Tapınak'ın yıkıldığı günü dini kurallara uygun olarak yas tutarak geçiren Kolomb, ertesi gün Yeni Dünya'ya doğru yola çıkmıştır; Tapınak'ın bir kez daha inşa edilmesi için düzenlenen Mesih Planı'nın ilk adımını atarak...


Kolomb'un yolculuğundaki Kabala kökenli metafizik boyuta işaret eden bir başka gerçek de, Kabala uzmanı denizcinin Amerika'ya ayak bastığı tarihtir. Çünkü, Kolomb'un Yeni Dünya'ya ayak bastığı 12 Ekim 1492 tarihi, Yahudi takviminin bir başka önemli günüdür: 21 Tişri 5253, yani Sukkot'un son günü, Hoshana Rabba.11


Tüm bunlardan, Kolomb'un yolculuğunu Kabala geleneğine göre düzenlediğini ve gerçek amacının da Mesih Planı'ndaki dünya egemenliği özlemi ile bağlantılı olduğunu görüyoruz. Kabalacı kaşifin iki büyük hedefi olduğu ortaya çıkıyor; Yahudiler için iyi bir toprak bulmak ve yeni zenginlikler elde ederek Kabalacılar tarafından Mesih'in yeryüzüne geliş alameti olarak sayılan Süleyman Mabedi'ni inşa için güç sağlamak...


Kolomb'un yolculuğunu kimlerin organize ettiğini, kimlerin bu iş için "lobi" yaptıklarını incelediğimizde ise, yolculuğun sözkonusu kutsal amaçlar için düzenlenmiş organize ve planlı bir hareket olduğu daha da kesinlik kazanıyor.


Kolomb'un Ardındaki Kabalacılar


Kolomb'un yolculuğu bir günde karar verilmiş bir yolculuk değildir. Olamazdı da; çünkü zamanın şartlarında okyanusa açılarak Batı'ya doğru ilerlemek son derece büyük ve riskli bir işti. Kral ve Kraliçe'nin buna izin vermesi, bu iş için kaynak ayırmayı kabul etmesi, uzun ikna ve "lobi" çabalarının sonucunda olmuştu.


Kral ve de özellikle Kraliçe'yi Kabalacı Kolomb'u desteklemeye ikna edenler ise Yahudilerdi. Kolomb'un en büyük destekçileri, üçü de birer "konverso" (görünüşte Hıristiyanlığı kabul etmiş Yahudi) olan Luis de Santagnel, Gabriel Sanchez ve Isaac Abrabanel idi. Kolomb, bunların yanısıra, yine bir Yahudi olan Abraham Ben Samuel Zacuto'nun çizdiği astroloji haritalarından ve onun öğrencisi olan bir başka soydaşının, Joseph Vechinho'nun geliştirdiği astrolojik yön bulma aygıtlarından yararlandı. Bu kişilere tek tek baktığımızda, son derece ilginç gerçeklerle karşılaşıyoruz...


Santagnel, Kral'ın hazineden sorumlu genel müfettişiydi ve Kolomb'u Kral'ın huzuruna çıkaran, sonra da onun lehinde Kral'a telkinlerde bulunan en önemli isim o oldu. Santagnel, ayrıca Kral ve Kraliçe'yi Kolomb'un finansmanı için gerekli parayı kendisinin kolaylıkla bulabileceğini söyleyerek ikna etti. Gerçekten de Kolomb'a hazineden tam 1.140.000 maravedi vererek yolculuğun finansmanını sağladı. Kolomb, yolculuğundaki gelişmelerle ilgili ilk mektubunu da ona yazdı. Gerçekte Yahudi kimliğini koruduğunun en önemli işaretlerinden biri ise nüfuzunu sürekli olarak Yahudilere destek olmak için kullanmasıydı.


Saraydaki diğer konverso Gabriel Sanchez ise, İspanya'nın iki krallığından biri olan Aragon'un hazine bakanıydı. O da Kolomb'a finansman sağladı. Kolomb'un yolculuğu ile ilgili mektup yolladığı ikinci kişi oydu.


Isaac Abrabanel ise Kolomb'a yardım edenler içinde gerçekte en önemli kişiydi. Çünkü Kolomb'a önemli para desteği veren Abrabanel, bu teknik yardımının yanısıra olayın metafizik boyutunu ve Mesih Planı'ndaki yerini de hesaplayanların başındaydı. İspanya'daki Yahudi toplumunun önde gelen isimlerinden olan Abrabanel, ünlü Kabalacı hahamlardan Joseph Abraham Hayyun'dan Kabala ve Talmud eğitimi almıştı. Abrabanel, kilit bir isimdi; 1484 yılında Kral ve Kraliçe'nin emrine girmiş ve ülkedeki vergi toplama işini denetlemek üzere tam yetkiyle atanmıştı. Önemli icraatlarından birini, Granada'daki Müslümanlara karşı girişilen savaşı finanse etmekle yaptı. Müslüman katliamı ile noktalanan savaş, Abrabanel tarafından verilen 1.5 milyon altın duka sayesinde kazanılmıştı. Abrabanel, tüm bu politik çalışmaları yaparken, bir yandan da Mesih'in gelişi ile ilgili Kabalistik çalışmalarla ilgileniyordu. Mesih'in gelişinin yakın olduğunu öne süren üç kitap yazdı: Ma'yeni ha-Yeshu'ah, Yeshu'ot Meshiho ve Mashimi'a Yeshu'ah. Bu kitaplarında Mesih ile ilgili kehanetleri inceliyor ve bunlar üzerine yorumlar yapıyordu. Mesih geldiği zaman tüm Yahudilerin Vaadedilmiş Topraklar'da yaşayacağını ve Mesih'in tüm diğer milletleri de İsrail'in egemenliği altına alacağını müjdeledi


Abraham Ben Samuel Zacuto ise, Kolomb'un yolculuğuna Kabalistik güçler katan bir diğer isimdi. Devrin en önemli astroloji uzmanı olan Zacuto, aynı zamanda da Kabala konusunda uzmanlaşmış bir Yahudiydi. Ortaçağ'ın en büyük Yahudi filozofu ve "Giriş" bölümünde de incelediğimiz gibi, Kabala ve Mesihi çalışmaların büyük uzmanı olan Maimonides'in çalışmalarını ve ünlü Kabala çalışması Sefer ha-Kabbalah'ı incelemişti. Bu ilhamlardan yola çıkarak astroloji ile ilgili Sefer ha-Yuhassin adlı kitabını yazdı. Kolomb, Zacuto'nun astrolojik bulgularından büyük ölçüde yararlanarak denizde yolunu bulmuş, hatta bunlar sayesinde Yeni Dünya'daki yerlilere önceden bir güneş tutulmasını haber vererek onları metafizik güçleri olduğuna inandırmıştı. Zacuto'nun çalışmalarından yararlanan bir başka "kaşif" ise Vasco da Gama oldu. Gama'nın yolculuğunun bir başka ilginç yanı da, gemideki yol göstericilerin, haritacıların ve tercümanlarının çoğunun Yahudi olmasıydı.


Zacuto, çalışmalarında temel kaynak olarak Zohar ve Aggadah gibi Kabalistik Yahudi geleneklerini kullanıyordu ve en önemlisi yaptıklarını "keşfe" çıkan Yahudi denizcilere destek olması için yapıyordu. Çalışmalarının, hıristiyanlar ile yürüttükleri mücadelede Yahudilere yardımcı olmasını umduğunu yazmıştı. Tüm bunların yanında, doğal olarak Mesihi Kabala çalışmaları da yapıyor, Mesih'in geliş tarihini kestirmeye çalışıyordu.


Zacuto'nun öğrencisi olan Joseph Vechinho da bir Yahudiydi ve Yeni Dünya'ya doğru yolculuğa çıkmadan önce soydaşı olan Kolomb'a giderek Salamanca Üniversitesi'nde onunla tanışmış ve ona ustası Zacuto'nın çizdiği haritaları ve kendi geliştirdiği astronomik araçları vermişti.17

Zacuto, Kabala'dan aldığı ilhamlarla geliştirdiği astrolojik haritalarla, Kolomb ve Vasco da Gama gibi "kaşif"lerin yolunu açmıştı. Üstte, Zacuto, da Gama'yı yolculuğuna uğurluyor. Kolomb'un yolculuğu SüleymanTapınağı'nı inşa etmek için yeni zenginlikler bulmak ve Yahudiler için "iyi bir yer" keşfetmek amacını taşıyordu. Yeni Dünya kaşifini bu "kutsal" yolculuğa çıkması için destekleyenler ise, tahmin edilebileceği gibi, soydaşları oldu. Kolomb'un yolculuğunu ve Müslüman Granada Devleti'ne açılan savaşı finanse eden Kabalacı Isaac Abrabanel, bu destekçilerin en önemlisiydi.


Bütün bu tablo, Kolomb'un çıktığı yolculuğun arkasında büyük bir "ırk dayanışması" olduğunu göstermektedir. En önemli nokta ise, Kolomb'a destek veren Yahudilerin de, Kolomb gibi birer Kabalacı oluşları. Kolomb'un Abrabanel ve Zacuto gibi destekçilerinin Mesih'in dönüşü üzerinde yoğunlaşmış birer Kabalacı oluşu, Yeni Dünya'ya yapılan yolculuğun Mesih Planı'nın büyük bir aşaması, daha doğrusu ilk adımı olduğunu ortaya koymaktadır.


Bu arada, Kolomb'la birlikte yola çıkan ekipteki Yahudiler de ilgi çekiciydi. Yahudi tarihçi Kayserling konuyu şöyle vurguluyor: "Yahudi olan Luis de Torres, Kolomb ile açılmadan önce 'dönerek' vaftiz edildi. Kolomb ile giden diğer Yahudilerin arasında Alanso De la Calle, Rodrigo Sanchez ve Fizikçi Maestre Bernal vardı." 18


Tüm bu bilgiler bizi açık bir sonuca ulaştırıyor: Kolomb'un tüm yolculuğu Yahudi önde gelenlerince Mesih Planı'na uygun olarak düşünülmüş bir hareketti. Bunun az önce incelediğimiz gibi iki büyük amacı vardı; Süleyman Tapınağı'nı yeniden inşa etmek için güç kazanmak ve Yahudiler için "iyi bir yer" bulmak. Bu iki amacın ilkinin nasıl gerçekleşebileceğini kestirmek güç değil; belli ki Kabalacılar, Yeni Dünya'nın keşfinin Yahudiler için büyük bir fırsat olacağını, burada elde edecekleri güç ve zenginliği ilerde Mesih Planı'nın daha başka aşamaları için kullanacaklarını hesaplıyorlardı.


Ancak ikinci amaçla ilgili olarak akla şu soru geliyor: Yahudiler nereden geliyordu ki, Kolomb onlara "iyi bir yer" bulma hevesine düşmüştü?... Bu sorunun cevabını bulmak için, Kolomb'un yola çıktığı ülkeye, İspanya'ya bir göz atmak gerekiyor...


Mesih İçin Gerekli İlk Kehanet:

'Dünyanın Dört Bir Yanına Dağılmak'...


Kolomb, "Yahudiler için iyi bir yer" aramak ve Yahudi inancına göre Mesih'in gelişinin ve yeryüzü krallığının kuruluşunun alameti sayılan Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etme görevine soyunmak için yola çıkmıştı. Bu durumda, Kolomb'un ve onu yollayanların Mesih'in yeryüzüne yeniden dönmesi için büyük bir çaba içinde oldukları, yani Mesih Planı'nı gerçekleştirme üzerinde çalıştıkları belli oluyor. Kolomb'u bu kutsal amaç için, bu denli organize bir hareket içinde yeni bir "yeryüzü cenneti" bulmaya yollayan Kabalacı dostları, kuşkusuz Mesih'in gelişi için gerekli olan diğer şartları da hazırlamaya çalışacaklardı. Mesih'in gelişi kutsal kaynaklarda yazılan bir vaad olduğuna göre, onu "getirmek" de ancak konuyla ilgili kehanetleri yerine getirmekle mümkün olabilirdi.


Yahudi inancına göre bu kehanetlerin başında ise, Yahudilerin tüm dünyaya yayılmış olmaları şartı geliyordu. Encyclopaedia Judaica, bu inancı şöyle bildiriyor: "Mesih'in tekrar gelişine dair olan kehanet, ancak Yahudilerin dünyanın dört bir yanına yayılmaları ile gerçekleşebilecekti."




Üstte Kolomb'un Amerika topraklarına ayak basışını tasvir eden, 1493 tarihli "La lettera del isole che ha trovato il re di Spagna" adlı bir gravür yer alıyor. İlginç olan, gravürün Kolomb'un gerçek kimliğini açığa çıkarır bir biçimde Kabalistik mesajlar taşıması.


8 Mart 1988 tarihli Şalom'a göre resmin sol alt köşesinde elinde asayla oturan ve Kolomb'un keşfini "kutsuyor" gözüken kişi, "Kral David". Sol üst köşede bulutların üstünde yer alan şeklin ise, On Emir tabletlerini taşıyan Hz. Musa'yı temsil ettiği bildiriliyor. Gravürün en can alıcı şekli ise, Kolomb'un gemisi Santa Maria'nın ortasına yerleştirilmiş olan Palmiye ağacı. Çünkü bu ağaç, Yahudi mistisizmi uzmanı Gershom Sholem'in bildirdiğine göre, çok önemli bir şemayı temsil ediyor: SERİFOT'u, yani Kabalacıların "tarihe yön verme" aygıtı olarak gördükleri büyü şemasını. Şalom, ayrıca gravürün değişik yerlerinde gizlenmiş olan bazı İbranice harflerin varlığından söz ediyor. Çoğunun anlamı halen çözülememiş...


Evet, kehanetlere göre, Mesih geldiğinde Yahudiler dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda olacaklar ve Mesih onları çağırdığında da hepsi Vaadedilmiş Topraklar'a geri döneceklerdir. (Bu kehanetin daha detaylı olarak açıklanışının Kabalacı Menasseh Ben Israel tarafından yapıldığını ilerki sayfalarda göreceğiz.)


Kendilerine başlıca hedef olarak Mesih'in gelişiyle ilgili kehanetleri gerçekleştirmeyi edinen Kabalacılar, kuşkusuz bu önemli kehanete karşı kayıtsız kalamazlardı. O dönemde Yahudiler "dünyanın dört bir yanına" dağılmış durumda değildiler. Hatta Avrupa'nın pek çok ülkesinde bile Yahudi yoktu. Doğu Avrupa'da Aşkenaz Yahudileri vardı. En yoğun Yahudi nüfusu ise Kabala diyarı İspanya'da yaşayan Sefarad Yahudileriydi. Eğer Mesih'in gelişi için gerekli olan kehanet yerine getirilecek, yani Yahudiler "dünyanın dört bir yanına" yayılacaksa, bu İspanya'dan olmalıydı.


Ama bu iş nasıl olacaktı?... İspanya'da yaşayan Yahudiler, doğal olarak, sırf Kabalacılar öyle istedi diye evlerini bırakıp "dünyanın dört bir yanına" gitmezlerdi ki. Hem Yahudiler idealist davranıp böyle bir göçü kabul etseler bile, Kabalacıların isteğiyle gerçekleşecek bir yayılma biraz dikkat çekici olmaz mıydı? Böyle bir yolculuğun ardındaki niyet ortaya çıkmaz mıydı? Hem sonra hangi ülkenin hükümdarı durup dururken kapısında bitiveren Yahudileri kabul ederdi? Yahudiler onlara "kehanet gereği dünyanın dört bir yanına yayılmamız gerekiyor, bizi kabul eder misiniz" mi diyeceklerdi?


Bu "dünyanın dört bir yanına yayılma" projesi, olsa olsa farklı bir görünüm altında olabilirdi. Sanki bu işi Kabalacılar istememişler de, Yahudiler mecbur kalmışlar gibi bir görüntü, en iyisiydi. Başka bir deyişle, Yahudiler ancak İspanya'dan sürülürlerse plan istenen biçimde işleyebilirdi.


İşte işin asıl ilginç yanı buydu. Çünkü Kolomb "Yahudiler için iyi bir yer" aramak üzere yola çıkarken, İspanyol Yahudileri de Mesih'in dönüşüyle ilgili kehanete uygun olarak İspanya'dan çıkıp "dünyaya yayılmak" üzereydiler: Sefaradlar, İspanya'dan sürülüyorlardı... Şalom, bu "dramatik" sürgünü şöyle anlatıyor


1452'de (Yahudi tarihi) 2 Ağustos'u, 3 Ağustos'a bağlayan gece aslında olup bitenler neydi? O gece 'Taşa be av' dı, yani Yahudilere İspanya'dan çıkmaları için tanınan sürenin son günüydü... O gece Kristof Kolomb bilinmeyene yolculuğunun saatini hesaplamıştı... Amiral gemisinde gizlenerek yola çıkan bu insanlar kimdi? Hangi umutların taşıyıcılarıydılar? İspanya'dan kovulduktan sonra hangi yeni barınakları düşlüyorlardı? Hangi 'Gan-Eden' (yeryüzü cenneti)di onları bekleyen?


Evet, Kolomb, Mesih'in gelmesinin bir şartı olan Süleyman Mabedi'nin inşası için denize açılırken, Mesih'in gelmesinin bir başka şartı da yanıbaşında gerçekleşiyor, Sefarad Yahudileri İspanya'dan sürgün edilerek "dünyanın dört bir yanına" dağılıyorlardı.


Bu Kabalacılar adına yalnızca mükemmel bir tesadüf müydü?


Eğer Yahudilerin, resmi tarihte anlatıldığı ve sıkça propaganda malzemesi yapıldığı gibi İspanya Kralı'nın ve Engizisyonun uyguladığı büyük zulüm nedeniyle İspanya'dan sürüldüklerini kabul edersek, sözkonusu olayı belki bir tesadüf olarak yorumlayabiliriz. Ne var ki, İspanya sürgünü, anlatıldığından çok daha farklı gerçekleri içermektedir.


Sürgünü incelemeye başlamadan, öncelikle bir noktaya dikkat etmek gerekir: Bir ülkeden bir topluluk sürülüyorsa, doğal olarak o topluluğun o ülkede son derece güçsüz ve savunmasız olduğu düşünülür. Kendileri için son derece acı bir gelişme olan sürgünü engelleyemediklerine göre, o ülkede zaten son derece eğreti duruyorlar demektir. Buna karşılık, eğer bir azınlık bir ülke içinde güçlüyse, yönetime etki edebiliyorsa, kendi haklarını koruyabilir, imtiyazlar elde edebilir.


İşte İspanya sürgününün en ilginç ve şaşırtıcı noktalarından birisi buradadır. Çünkü sürgün öncesinde Yahudiler ülke içinde olağanüstü derecede etkindiler. Ekonomiyi ellerinde tutuyor, sarayı yönlendirebiliyorlardı. Öyle ki, İspanya neredeyse bir Yahudi toprağıydı.



YAHUDİ TOPRAĞI İSPANYA!...



İspanya Kralı Ferdinand


Evet, 1492 İspanya'sı gerçek bir Yahudi toprağıydı. Yahudiler özellikle ekonomide büyük bir egemenlik kurmuşlardı ve Saray'ı da istedikleri gibi yönlendirebiliyorlardı. Hatta İspanya'nın Kralı olan Ferdinand bile Yahudi asıllıydı. Yahudi tarihçi Kayserling şöyle anlatıyor:


Kral Juan'ın en yakın dostları Yahudilerdi ve ona önemli hizmetlerde bulunuyorlardı. 1469'da oğlu Ferdinand V. Henry'nin kızkardeşi olan Isabella ile evlendi. Bu evlilik Yahudiler ve dönmeler tarafından da desteklendi. Çünkü Ferdinand annesi tarafından Yahudi kanı taşıyordu ve Ferdinand'ın da babası gibi Yahudilere dostça davranacağı umuluyordu. Ferdinand'ın vergi bakanı da zengin bir Yahudi olan Don Abraham Senior idi.20


Yahudiliğin anneden geçtiği kabul edilir, bu nedenle Ferdinand tam bir Yahudidir. Daha da önemlisi, Kral'ın Yahudiliği, hem kendisi hem de etrafı tarafından önemsenen bir gerçektir. Bunun en açık örneğini, Kolomb'un Kral'a olan bakış açısında bulabiliyoruz. The New Republic'e göre, "Kolomb, Ferdinand'ın Hz. Davud olduğuna ve onun hükümdarlığıyla, hahamların öngördüklerinin gerçekleşeceğine inanıyordu." 21 Kolomb, soydaşı olan Kralı denizin ötesinde bir toprağın varlığına ikna etmek için de M. Tevrat ayetlerini kullanmıştı. Kolomb'un Ferdinand'a gösterdiği ayet, M. Tevrat'ın Ezra bölümünde geçiyordu ve "dünya altı parça toprak ve bir parça sudan oluşur" hükmünü taşımaktaydı.


Yahudiler devlet hiyerarşisinin bir alt kademesinde de etkindiler. M. Kayserling, Konsüllüklerdeki en önemli görevlerin Yahudi dönmeleri tarafından paylaşıldığını bildiriyor ve ayrıca Hazine Bakanı Aragon Saragoza'nın da kendi adına sinagog yaptırmış olan bir Yahudi dönmesi oluşuna dikkat çekiyor.22 Christopher Colombus kitabının yazarı Salvador de Madariaga ise şu bilgileri veriyor:


Kısa zamanda Yahudiler devletin ve kilisenin üst mevkilerine geldiler. Yahudilerin taht üzerindeki etkisi tahmin edilenden çok daha büyüktü. İsabella'nın, Portekiz Kralı yerine Ferdinand ile evlenmesi Yahudilerin işiydi. Hem Kral, hem de Kraliçe dönmeler tarafından sarılmıştı. Kralın iki sekreteri dönme idi, General Bailiff, Hazine Başkanı, Finans Müdürü hıristiyanlaşmış Yahudiler (dönmeler)di...


Ferdinand, krallığın üç anahtarını Yahudilere teslim etti: Perpigna ve Pamplora bölgeleri ve Majorca donanması. Aragon kilisesi de Yahudilerin elindeydi. Krali-çe İsabella'nın mali, askeri ve dini idareleri de Yahudilik bakımından pek geri kalmıyordu. Ölümünde bile yanında bulunan Moya Markizi, dönme Andres Cabrera'nın karısıydı.23


İngiliz tarihçi Jean Plaidy'nin bildirdiğine göre de, ülkedeki vergi memurlarının büyük kısmı Yahudilerden oluşuyordu. Ayrıca Kraliçe İsabella'nın çevresi de Yahudi danışmanlarla doluydu.24


Yahudilerin bu denli etkin ve güçlü bir konuma gelmelerinde, üstte de vurgulanan "dönme"lik sistemi önemli rol oynamıştı. Katolik yasaları Yahudileri resmi görevlerden dışladığı için çoğu Yahudi din değiştirmiş gibi görünüyor ve böylece devlet yapısı içinde kolaylıkla yükselebiliyordu. Bu "dönme"lerin neredeyse tümünün gerçekte asıl dinlerine olan bağlılıklarını korudukları ise herkesçe bilinen ve kabul edilen bir gerçektir.


Engizisyonun ve Sürgünün Gerçek Yüzü


İşte böylesine "Yahudi" bir İspanya'dan 1492'de yüzbinlerce Yahudi sürüldü. Bu durumda akla şu soru geliyor: Madem Yahudiler bu kadar etkin ve güçlü bir konumdaydılar, nasıl oldu da sürgün olayını önleyemediler?


Bu soruya cevap vermek gerçekten de oldukça zor.


İşte bu noktada yukarıda vurguladığımız diğer olasılık gündeme geliyor. Mesih'in gelişi için Yahudilerin dünyanın dört bir yanına dağılmaları gerektiği şeklindeki kehanetle, İspanya sürgünü yanyana konduğunda ilginç bir paralellik doğuyor. Bu paralellik, sürgünün Yahudileri "dünyanın dört bir yanına" yaymak isteyen Kabalacılar açısından hiç de olumsuz bir gelişme olmadığını, tam tersine onlar adına büyük bir kazanç, belki de "başarı" olduğunu gösteriyor. (Ancak bu kazanç, sürülen pek çok sıradan Yahudi için geçerli değildi elbette. Kazanç, ancak "Mesih'in gelişinin" hesaplarını ince ince yapan Yahudi önde gelenleri yani Kabalacılar için geçerli olabilirdi.)


Olayın bütün parçalarını bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan sonuç, sürgünün bir provokasyon olabileceğidir. Yahudilerin, Yahudi toprağı İspanya'dan, bir Yahudi kehanetine uygun olarak sürülmesinin bundan daha mantıklı nasıl bir açıklaması olabilir ki?


Ancak yine de şimdiye dek incelediğimiz bilgiler kesin bir yargıya varmak için yeterli değildir. Bu nedenle olayın Kabalacılar açısından çok faydalı bir tesadüf mü, yoksa onlar tarafından hazırlanmış bir provokasyon mu olduğunu anlamak için, sürgünün kimler tarafından organize edildiğini, kimlerin kışkırtmasıyla gerçekleştiğini incelemek gerekmektedir. Bunun için de, İspanya'da 15. yüzyılın ortasında alevlenen "Yahudi sorunu"na bakmakta yarar var.


İspanya'nın hangi yüzyıldan beri Yahudilere yurt olduğu konusunda farklı görüşler vardır ama kesin olarak bilinen, büyük bir Yahudi cemaatinin İspanya topraklarında, özellikle de Kraliçe İsabella'nın yönetiminde olan Castile'de uzun yüzyıllardır yaşadığıdır. Ortaçağ boyunca, özellikle de Endülüs Emevileri yönetiminde bu Yahudilere herhangi bir önemli baskı uygulanmamıştı. Ancak 1400'lü yıllara yaklaşıldığında, Yahudiler üzerine kısıtlamalar getirildi ve ağır vergiler kondu. Çoğu tefecilik yapan ve yine çoğu bu yoldan büyük servetler elde eden Yahudiler, halk tarafından kuşkuyla bakılan, sevilmeyen insanlar haline geldiler. Fernando Martinez gibi bazı fanatik rahiplerin kışkırtmaları nedeniyle Yahudilere karşı duyulan antipatinin derecesi yükseldi. Bu toplumsal kutuplaşma sonucunda Yahudiler hakkında 1400'lü yılların başında daha da kısıtlayıcı yasalar çıkarıldı. Böylece Yahudiler oldukça zengin fakat siyasi ve toplumsal haklardan mahrum bir topluluk haline geldi.


Ama Yahudiler buna bir çözüm bulmakta gecikmediler. Kısıtlamalar Yahudi ırkı üzerine değil, Yahudi dini üzerine konmuştu, dolayısıyla vaftiz olup Hıristiyan dinini seçtiklerini duyurarak üzerlerindeki tüm kısıtlamalardan bir anda kurtulabiliyorlardı. Bu yöntem Yahudi toplumu içinde hızla yayıldı ve kısa sürede onbinlerce Yahudi dönmesi oluştu. İspanyollar bu dönmelere "konverso" ya da biraz aşağılayıcı bir dille "marrano" adı veriyorlardı. Konversolar ellerindeki maddi gücü politik imkanlarla birleştirince, büyük bir hızla yükseldiler. İngiliz tarihçi-yazar Jean Plaidy, The Rise of the Spanish Inquisition adlı kitabında, konversoların yükselişini şöyle anlatıyor:


Bir kaç yıl içinde, konversolar, kısıtlamalardan kurtulmuş olarak, nüfusun en varlıklı kesimi haline geldiler ve daha da ilginci devlet kademelerinde hızla yükseldiler. Bazıları aristokrasiden kişilerle evlendi, maddi durumları kötüleşmiş olan asillerin çoğu da zaten son derece varlıklı olan Yahudilerle evlenmek için can atıyorlardı. Bazı konversolar Kilise'ye bile girdiler.25


İspanya'daki asıl sorun da zaten bu noktadan doğdu. Çünkü zamanla bu konversoların aslında dinlerini değiştirmedikleri, yalnızca Hıristiyan görünümü altına girdikleri farkedilmeye başlandı. Hele neredeyse tüm vergi memurlarının bu sahte Hıristiyanlardan oluştuğu öğrenilince, Hıristiyan çevreler büyük tepki gösterdi. Buna bir de kan olayları 26 eklenince, kutuplaşma iyice keskinleşti ve Engizisyon ülkeye çağrılarak, gerçek Hıristiyanlarla sahtelerini ayırt etmesi istendi. Engizisyonun 1474 yılında ülkeye girişi ile birlikte, 1492'de sürgünle bitecek olan süreç başlamış oldu.


Dikkat edilirse, gerginliğin tırmanmasındaki en önemli etken, konversoların gerçekten "dönmediklerinin", Hıristiyan görünümü altında Yahudiliklerini sürdürdüklerinin ortaya çıkmasıydı. Bu, kendi kendine ortaya çıkmadı. Bazı durumlarda Yahudi geleneklerini sürdüren konversoların dikkatsizlik sonucu kendilerini ele verdikleri olmuştu, ancak bu konu, asıl olarak yapılan yoğun propagandalar sonucunda gündeme gelmişti.


Halkın dikkatini konversoların ikiyüzlülüğüne yönelten propagandanın başını ise Alonso de Spina adlı bir rahip çekiyordu. Spina, yazdığı Fortalitium Fidei (İmanın Kalesi) adlı kitapta, inananların birbirine kenetlenmesini ve sahte Hıristiyanların gerçek yüzünü ortaya çıkarmasını istiyordu. Konversolar ve Yahudiler üzerine baskılar uygulanmasını isteyen Spina, konversoların ikiyüzlü birer sahtekar olduğu propagandasını yapıyordu. Spina, bu düşünceyi yaygın laştırdıktan sonra, Kral ve Kraliçe'ye ülkeye Engizisyon'u davet etmeleri için sürekli olarak telkinde bulunuyordu. Ama olayın çok ilginç bir yönü vardı. Jean Plaidy, şöyle yazıyor:


Yahudiler için Castil'de Engizisyon kurulmasını isteyen Alonso de Spina dönmelerin ikiyüzlülüğüne dikkat çeken bir doküman yayınlamıştı. Dokümanda Yahudiler hakkında oldukça sert ve saldırgan bir üslup kullanılıyordu. Ama ilginç olan kendisinin de bir Yahudi dönmesi olmasıydı.27


Sürgünü kışkırtan ikinci önemli isim ise, Pablo de Santa Maria adlı bir başka rahipti. Kilise içinde kısa sürede yükselen Pablo, Burgos Piskoposu makamına getirilmişti. Ve o da aynı Alonso de Spina gibi Yahudilere ve konversolara karşı halkı kışkırtıyordu. Yazdığı Scrutinium Scripturarum adlı kitap, Engizisyon'a zemin hazırlayan en önemli çalışmalardan biri oldu.


Ama yine çok ilginç bir gerçek daha vardı ortada: Çünkü Yahudi aleyhtarlığını körükleyen Pablo'nun kendisi de bir konversoydu!... Vaftiz olup Kilise'ye katılmadan önce, ismi Solomon ha-Levi olan bir Yahudiydi ve Isaac Ben Shehet Perfet gibi ünlü hahamlardan dersler alıyordu. Yahudi yazar Elie Kedourie, Spain and the Jews adlı kitabında, Alonso de Spina'nın ve Solomon ha-Levi'nin "Hıristiyanlığa döndükten" (!) sonra yazdıkları Yahudi aleyhtarı yazılarla, sürgünün en önemli iki hazırlayıcısı olduklarını söyler.28


Peki bu durum biraz garip değil midir sizce? Bu kişiler, Yahudi kaynaklarında söylendiği gibi gerçekten "dönmüş" ve Hıristiyanlaşmış olsalar bile, neden ırkdaşlarına ve eski dindaşlarına böyle büyük bir düşmanlığı göstermiş olsunlar? Tam tersine, Yahudilere ve konversolara diğer Hıristiyanlardan daha yumuşak ve anlayışlı davranmış olmaları gerekmez mi?


Bu garip durum, ister istemez akla öteki ihtimali getirmektedir. Yani bu kişilerin gerçekte Yahudi olmayı sürdürdükleri, ancak Mesih Planı'ndaki "Yahudileri dünyanın dört bir yanına dağıtma" hedefi uğruna İspanya'dan yapılacak bir sürgün planının peşinde oldukları ihtimalini.


Sürgün olayını incelemek için, tüm bunların yanında operasyonun bir numaralı sorumlusu olan Engizisyon'un başı Thomas de Torquemada'ya göz atmak gerekir. Çünkü Torquemada, neredeyse tek başına, "Yahudileri süren adam"dır. Torquemada'nın misyonu, Engizisyon'un ülkeye girmesiyle başlar. Engizisyon, Yahudilerin gerçekten "dönüp-dönmediklerini" araştırmak ve sahte dönmeleri cezalandırmakla yükümlüdür. Ve sonunda Torquemada'nın etkisi ile bütün Yahudilerin ülkeden sürülmesini sağlar. Yahudiler arasında büyük tedirginlik yaratan Engizisyonun yapısı açıkça "antisemit"tir.


Ama ne kadar "gerçek" bir antisemitizm, ne kadar "sahte"?


Bunu anlamak için, Engizisyon'un bir numaralı ismine, üstte sözünü ettiğimiz Torquemada'ya baktığımızda yine ilginç bir gerçekle karşılaşırız: Garip ama gerçek, sürgünü kışkırtan diğer iki önemli isim gibi, "büyük Yahudi düşmanı" Torquemada da Yahudi asıllıdır!


Engizisyonun başı Rahip Thomas de Torquemada, Kral ve Kraliçe'yi yahudileri Ispanya'dan sürmeye ikna ediyor. Ama kuşkusuz olayın en ilginç yanı, sürgünü kışkırtan diğer iki önemli isim gibi, Torquemada'nın da yahudi asıllı olması...


Jean Plaidy, Kraliçe İsabella'nın sekreteri Yahudi yazar Hernando Del Pulgar'ın yazdıklarına dayanarak, Torquemada'nın Yahudi asıllı olduğundan söz eder.29 Yahudi yazar Nathan Ausubel ise, Thomas de Torquemada'nın büyükbabası, Alvor Fernandez de Torquemada'nın, Yahudi bir kadınla evli olduğunu yazar.30 Yahudiliğin anneden geçtiğinin kabul edildiğini hatırlatırsak bu bilgi daha da anlamlı hale gelmektedir.


Fransızlar'ın ünlü tarih dergisi Historia ise şöyle demektedir: "Aragonlu Kral Ferdinand'ın, onun annesinin, Engizisyon'un başı olan Torquemada'nın, Cervantes'in karısının, Avilalı Sainte Therese'in ve daha birçok kişinin Yahudi olduğunu söylerler. Bunda haklıdırlar da." 31


Kuşkusuz sürgünün en önemli mimarının Yahudi asıllı oluşunu da "tesadüf" olarak yorumlamak biraz zordur. Tüm bulgular göstermektedir ki, sürgün bir provokasyondur!...


Böylece, konversoların (gizli-Yahudiler) kışkırttığı Yahudi aleyhtarı ortamda, Yahudi asıllı Torquemada'nın yönettiği Engizisyon, ne hikmetse (!), kehanete uygun olarak Yahudileri İspanya'dan kovup "dünyanın dört bir yanına" dağıtmaya çalışır. Amacın, Yahudileri "dünyanın dört bir yanına" dağıtmak olduğunun bir başka göstergesi de, Engizisyon'un, Yahudileri ille de göç etmeye teşvik etmesidir. Yahudi asıllı Fransız yazar Jacques Attali'nin dediği gibi, "... Krallık iktidarı tarafından işlemlerin bütününü gözetim altında tutmakla görevlendirilen Engizisyon, Yahudileri din değiştirmeye değil de, sürgünü tercih etmeye yöneltmektedir." 32


Bu arada Yahudi önde gelenleri de, halklarının İspanya'da kalma yönündeki tüm umutlarını söndürmektedirler:


Din değiştirmek veya ülkeyi terk etmek gibi bir ikilem içinde kalan Yahudiler, hahambaşı Abraham Senior'dan yardım istemişler, fakat bir karşılık görememişlerdi.


5 Haziran 1491 Salı, umutsuzluk içindeki İspanya Yahudi cemaati saptanan sürenin sona erme tarihinin yaklaştığını görmektedir. Yahudi cemaati olağanüstü bir şok içersindedir: herkesin hükümdarların kovma kararnamesini ertelemeleri konusunda ikna edeceğini umduğu hahambaşı Abraham Senior susmuş ve cemaatle her türlü teması kopartmıştır.33


Tüm bunlar, sürgünün gerçekte Yahudi önde gelenleri, yani Kaba- lacılar tarafından, Mesih'le ilgili kehaneti gerçekleştirmek uğruna düzenlenen bir tezgah olduğunu kanıtlamaktadır. Bu doğrultuda bir başka ilginç nokta da, Yahudi halkının çeşitli yöntemlerle sürgüne "ikna" edilirken, Yahudi cemaatinin önder kadrosunun sürgünü düzenleyen İspanyol yöneticileriyle son derece yakın ilişkiler içinde olmasıdır. Jacques Attali, bu garip durumu şöyle anlatıyor:


İspanya'nın bazı kentlerinde Yahudiler katledilmekte, işkence görmekte, kovulmaktadırlar; diğer kentlerde ise bazı Hıristiyanlar, ünlü hahamların vaazlarına katılmakta, bazı ünlü Yahudiler Noel ayinlerine katılmakta, büyük senyörler Yahudi tüccarlarla yemeğe gitmekte, bazı Yahudi maliyeciler saraya kabul edilmekte ve burada çalışmaktadırlar... Abraham Senor adındaki bir haham... 1488'de krallığın en seçkin makamlarından biri olan Hermandad hazinedarlığına atanmıştır. Yahudi astronomi bilgini Abraham Zacuto da, deniz seferlerinin başlatılması konusunda krala danışmanlık yapmaktadır; bu alanda hiçbir karar o olmadan alınamamaktadır. Çok sayıda konverso Alfonso de Caballeria, Gabriel Sanchez, Luis de Santagnel Yahudi kökenlerini saklamaya gerek kalmadan, hükümdarlar nezdinde önemli makamlar işgal etmektedirler...34


Yahudi toplumuna karşı büyük bir baskı uygulandığı dönemde de, önde gelen bazı Yahudilerin sarayla bu denli içli-dışlı olması, kuşkusuz ortada bir gariplik olduğunun işaretidir. Sürgünün Katoliklerden çok, Kabalacılardan kaynaklandığının bir başka göstergesi de, Papa'ya bağlı olan Engizisyon'un İspanya Yahudilerini sürerken, Roma'da, yani Papalık'ın merkezindeki Yahudilerin büyük bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürmüş olmasıdır...


Bütün bu karanlık tablo içinde Yahudiler İspanya'dan "dünyanın dört bir yanına" dağılmaya zorlanırlar. 31 Mart 1492 günü, Kral ve Kraliçe Yahudilerin ülkeyi üç ay içinde terketmelerini emreden kararnameyi imzalarlar. Yahudiler, olayın planlayıcısı konumundaki Kabalacılar dışında, korku ve tedirginlik içindedir ve Mesih kehanetinin gerçekleşmesini değil, kendi geleceklerini düşünmektedirler. Jacques Attali şöyle diyor: "Hiç kimse gerçekten gitmeyi düşünmemektedir. Kendilerini özgür, mutlu, başkalarının başına gelen felaketlerle çok ilgili değilmiş gibi hissetmektedirler. Üstelik nereye gidilebilir?"


İşte önemli soru budur: Nereye gidilebilir?...


Endülüs Müslümanlarının Yok Edilmesi

ve Bununla Gerçekleşmesi Umulan 'Siyon Krallığı'


Sürgünün planlayıcıları "nereye gidilebilir" sorusunun cevabını da elbette düşünmüş olmalıydılar. Mesih Planı'nda yer alan kehanet, Yahudilerin dünyanın dört bir yanına dağılmasını öngördüğüne göre, İspanya'dan sürülen Yahudilere de bu hedefe göre rota çizilmeliydi. Bu öyle bir sürgün olmalıydı ki, Yahudilerin, daha önce hiçbir Yahudi bulunmayan topraklara da ayak basmalarını sağlasın, onları "dünyanın dört bir yanına" dağıtsın.


Kabalacılar'ın bu konu hakkında uzun uzadıya düşündükleri ve çözümler ürettiklerinin en açık göstergesi, kuşkusuz Kolomb'un yolculuğuydu. Kendisi de bir Kabalacı olan Kolomb, az önce incelediğimiz gibi, "Yahudiler için iyi bir yer" bulmayı hedefliyordu. İzlediği rotanın, kendisini dünyanın daha önce gidilmemiş bir yanına götürecek olduğunu düşünürsek, Yahudilerin "dünyanın dört bir yanına yayılması" şeklindeki kehanetle tam bir uyum içinde olduğunu görebiliriz. Kolomb yola, İspanya'dan kovulan Yahudileri dünyanın daha önce hiçbir Yahudinin ayak basmadığı "yan"larına ulaştırmak için çıkıyordu.


Zaten, İspanya'dan sürülen Yahudilerin bir kısmının da Kolomb'la birlikte yola çıkabilmesi, ya da sonradan onun bulduğu Yeni Dünya'ya göç edebilmesi için bazı ilginç tedbirler alınmıştı. Kral ve Kraliçe, Kolomb'la birlikte yola çıkacak kişiler hakkında hiçbir ceza davasına bakılmamasını emreden bir fermanı mahkemelere yollamışlardı. O dönemde en çok "ceza" davası ise, "sahte dönmelik suçu"ndan, Yahudiler aleyhinde açılıyordu. Jacques Attali, bu ilginç ferman hakkında şöyle diyor: "Bu ferman ile Yahudilerin kovulma kararnamesi arasındaki çarpıcı eş anlılık dikkat çekiyor. Sanki Yahudiler de bilinmeyene doğru yola çıkmaya teşvik ediliyorlarmışçasına..." 35


Evet, Yahudiler "bilinmeyen"e, ya da Kabalacılar'ın deyimiyle "dünyanın dört bir yanına" doğru yola çıkmaya teşvik ediliyorlardı ve bu iş için gerekli tedbirler de konversoların çevrelediği Saray'dan alınıyordu. Attali, Kolomb'un da zaten daha önceden tayfalarını adli tatbikata uğrayanlar (yani çoğunlukla Yahudiler) arasından seçmek istediğini sözleşmesinde belirttiğini hatırlatıyor ve şöyle diyor: "İlginç bir hüküm; acaba henüz gizli tutulan Yahudilerin kovulma kararından haberdar mıdır?" Kısacası anlaşılan Kolomb da Yeni Dünya'ya Yahudileri ayak bastırmak için uğraşmaktaydı.


Attali'nin vurguladığı "eşanlılık" kategorisine Granada'daki Endülüs Müslümanları'nın yok edilmesini eklediğimizde, 1492'de yaşananların iç yüzü daha da ilginç hale geliyor. Bilindiği gibi, o yıl İspanya'da çok önemli bir olay daha yaşanmış ve Granada şehir-devletine sıkışmış Müslümanlar, şehrin düşmesiyle birlikte İspanyollar'ın avucuna düşmüştü. Çoğu kılıçtan geçirilen, sürülen Müslümanlar, tek kelimeyle "etnik temizliğe" tabi tutulmuşlardı.


Önemli olan, Müslümanların yaşadığı bu vahşet sırasında Yahudilerin konumunun ne olduğudur. Resmi tarih, bizlere Müslümanların da Yahudilerle birlikte Engizisyon İspanyası'nın zulmüne maruz kaldığını, Katolik güçlere karşı Müslümanların ve Yahudilerin aynı safta olduğunu söyler. Oysa şimdiye dek incelediğimiz kaynaklar, İspanya'da 1492'de yaşanan olayların gerçekte Yahudi önde gelenlerinin hedefleri doğrultusunda gerçekleştiğini ve Yahudi sürgününün de, aslında Mesih ile ilgili kehanetleri gerçekleştirmeye uğraşan Kabalacılarca tezgahlandığını gösterdi.


Bu durumda, Granadalı Müslümanların aslında kim tarafından katledildikleri ve zulme uğratıldıkları sorusunu sormak gerekiyor. Öyle ya, Yahudi sürgünü gerçekte Yahudi önde gelenlerince organize edilmişse, Müslüman sürgünü ve katliamı kim tarafından organize edilmişti? The New Republic, tarihçi Richard Kagan'ın bu konudaki ilginç bir yorumuna yer veriyor:


Richard Kagan Circa 1492 isimli kitabında, Kolomb'un yola çıkışı, Granada'nın işgali ve Yahudilerin İspanya'dan kovuluşunun birer kronolojik raslantı olamayacağını savunuyor. Kagan'a göre bunlar Yeni Siyon Krallığı'nın kurulması yönünde atılan stratejik adımlar.36


Bu durum bizlere Müslümanlara uygulanan vahşetin de Mesih Planı'nın bir parçası olduğunu göstermektedir. Zaten Granada'ya karşı girişilen savaşın en büyük finansörünün Kabalacı Yahudi Isaac Abrabanel olduğuna önceki sayfalarda değinmiştik. Kabalacılar'ın çizdiği Mesih Planı, henüz ilk büyük aşamasında, İslam aleyhtarı bir adım atmış ve Müslümanları sindirmeye yönelmiştir. Bu anti-İslam çizgi, Mesih Planı'nın başta gelen özelliklerinden biri olacaktır; ilerleyen bölümlerde birlikte göreceğiz.


Kısacası, Endülüs'ün son kalıntısının da yok edilmesi olayında Yahudilerin konumu resmi tarihtekinden farklıdır. 1492'den beri yapılan propagandalarda, ki bu propagandayı yapanların başında da Türkiye'de önemli etkinlikler göstermiş olan 500. Yıl Vakfı 37 geliyordu, hep Yahudiler ve Müslümanlar aynı saftaki mazlum halklar olarak tanıtıldı. Ama şimdiye dek ortaya serdiğimiz bilgiler, olayın pek de öyle olmadığını, 1492'de olanların Yahudi cemaatinin önde gelenlerinin (Kabalacıların) kontrolünde gerçekleştiğini gösteriyor. Bu da, Allah'ın Kuran'daki, Müslümanların kendilerine en büyük düşman olarak "Yahudileri ve müşrikleri" bulacakları şeklindeki ebedi hükmünün (Maide Suresi, 82) her zaman için geçerli olduğunun bir başka göstergesi...


Gerçekten Kolomb mu Keşfetti?


İspanya'da bunlar olurken, Kolomb, emrine verilen üç gemiyle birlikte aylar sonra Batı Hint adalarına ulaşarak karaya çıktı. O günden sonra da dünyanın resmi tarihine, zoru başaran korkusuz denizci, Yeni Dünya'yı bulan büyük kaşif ve de dünyanın kaderini etkileyen unutulmaz isim olarak geçti. Peki acaba gerçekten Kolomb böylesine büyük bir iş başarmış mıydı? Diğer deyişle, Amerika'yı gerçekten o mu keşfetmişti? Elinde hiçbir bilgi, harita, vs. yokken dünyanın bilinmeyen denizlerine korkusuzca mı açılmıştı?... Hayır. Kolomb anlatıldığının aksine yola yalnızca cesaret ve önsezilerine dayanarak çıkmadı. Yeni Dünya'nın yolunu ona gösteren, fakat gizli tuttuğu önemli haritalar edinmişti:


(Kolomb) Floransalı Toscanelli'nin, batıdan Hint'e doğru bal gibi bir yol olduğunu iddia ettiği mektubundan söz edildiğini duymuştur. Daha kesin bilgiler istemek üzere ona mektup yazmıştır. O da ona ayrıntılar ve hatta bir harita verdiği bir cevap göndermiştir... Kolomb Toscanelli 'yle mektuplaştığını hiçbir zaman itiraf etmeyecektir. Oysa Toscanelli, Batı yolunun ondan daha önde gelen kaşifidir... Ne yol, ne de rüzgarlar konusunda tereddüt etmektedir, elinde Toscanelli'nin haritası vardır. Nereye ve nasıl gittiğini bilmektedir. Tuttuğu yol, günümüzde bile, mümkün olanların en mükemmellerinden biridir.38


Zaten, Kolomb'dan çok daha önceleri çizilmiş olan haritalar, "Atlantik'in iyice batısındaki adalar"ın varlığını bildirmekteydi:


Venedikli Andrea Bianco 1436'da, ilk kez Madera'nın batısındaki adaların ve Stockfixa (Morina adası) adını verdiği (Terre-Neuve olabilir) gibi çok kuzeydeki bazı başkalarının da yeraldığı haritalar çizmiştir. 1444 tarihli olan ve Yale haritası denilen dünya haritasının üzerinde aynı ada Vinland adıyla yeralmaktadır. Bianco'nun Londra'da 1448 yılında yaptığı başka bir haritanın üzerinde, Brezilya'nın bulunduğu yerde büyük bir' gerçek ada' zikredilmektedir.39


Acaba Kolomb yeni dünyanın yolunu biliyor muydu sorunun cevabını bulmak için, 1990 yılında Cadix Üniversitesi'nden 18 öğrenci, John Dyson adlı yazar ve Luis Coin adlı bir kaptan Kolomb'la aynı yolculuğu yaptılar. Coin, 20 yıldır Kolomb'un günlüğünü kelime kelime incelemiş ve yüzlerce hata, hatta saçmalık bulmuştu. Ve yavaş yavaş Kolomb'un söylediği yolu izlemediğini anladı. Anlaşılan Kolomb, karanlıkların denizine bir yol biliyordu. Coin, Kolomb'un günlüğünde üç kez gizli haritadan bahsettiğini de bildiriyordu. Acaba Kolomb 'un günlüğünde niçin hatalara rastlanmıştı? Bunun tek cevabı var: Kolomb doğru yolu bildiğine göre, gittiği yolları kaydetmemiş, yalancı bir günlük tutmuştu. Luis Coin, Kolomb'un günlüğündeki hataları şöyle sıralıyordu:


1- Akıntı saatin yelkovanı yönünde olduğundan Kolomb'un dediği gibi Kanarya adalarının güney doğusunda olması imkansız; güneyden olması daha mantıklı. 2- 'Karşıt akıntılara rastladık' diyor Kolomb Eylül başında. Ama bu dönemde akıntı kuzeydoğudan.


3- 'Deniz az tuzlu' diyor Kolomb. Ama bu güneydeki yolun çok tuzlu olduğu biliniyor.


4- Kolomb 'Çok fazla balık var' diyor. Ama Kanaryalar'ın doğusunda hiç de fazla balık yok.


5- Kolomb '7 günde Hindistan'a geldim' diyor. Eğer söylediği gibi Kanaryalar'ın doğusunda yüzüyorsa bu imkansız.40


Tüm bunlar gösteriyor ki, aslında "büyük kaşif" yola çıkmadan önce herşey hazırdı. Kabalacı Kolomb, kıtanın nerede olduğunu tamamen öğrenmiş, ilgili haritaları edinmişti. Olay, önceden kararlaştırılmış bir planın uygulamaya konmasından başka birşey değildi. Ama Kabalacı denizci yüzyıllardır tüm dünyaya, dünyanın en cesur kaşifi, tarihin gözüpek kahramanı olarak tanıtılmaktadır.


Kolomb'un Başlattığı 'Etnik Temizlik' Operasyonu...


Son dönemlerde Kolomb ile ilgili olarak çevrilen filmlerde, sık sık Kolomb'un gerçekte yerlilere çok insancıl yaklaştığı, vahşetin emrini dinlemeyen bazı adamlarınca gerçekleştirildiği izlenimi verilmektedir. Ancak, gerçekler bu pembe tablodan çok farklıdır.


Kolomb Amerika'yı keşfettiğinde 30 milyon kızılderili yaşıyordu. Şimdi 2 milyonluk kayıp bir ırk oldular. Kolomb, asırlar sonraki soydaşlarının "en iyi Filistinli ölü Filistinli'dir" şekline dönüştüreceği sözünü uygulamaya koymuş, "en iyi yerli ölü yerlidir" teorisini geliştirmişti. O da, yine asırlar sonraki soydaşlarının Filistinliler'e yapacağı gibi yerlileri insan olarak görmüyordu. Attali, "adanın huzurlu yerlilerinden bazıları onları karşılamaya gelmişlerdir. Colombus onları insan olarak kabul etmemektedir" diyor.41

Yeni Dünya'nın yerlilerine işkence yapan conguistadorlar ve İspanyol kolonicileri tarafından köleleştirilen ve zorla çalıştırılan yerliler.


Katliam, Kristof Kolomb'la başladı. Kolomb keşfettiği yerlerde İspanyol kolonileri oluşturmaya hız verdi. Yerlileri köleleştirdi. Vergilendirilen yerlileri İspanya'ya altın ödemekle yükümlü kıldı. Hükümdarların izniyle yetki alanı içindeki ticari işlemlerden yüzde on pay alıyordu. Kolomb ayrıca köle ticaretini de ilk başlatan kişiydi...


Kolomb'un yerlilere uyguladığı baskı ve sömürü politikası, onun açtığı yolda ilerleyen "conquistator"lar tarafından devam ettirildi. Bu İspanyol "fatih"leri, yerlileri köleleştirme ve mallarına el koyma politikasını sürdürdüler. En çok aradıkları şey ise altındı. Yerlileri yola getirmek için şiddet kullanıyorlardı. Bu dünyanın şahit olduğu ilk büyük "sömürgeleştirme" hareketiydi. Önceki sayfalarda incelediğimiz gibi, Kolomb Yeni Dünya'yı Yahudilere güç kazandırmak, oranın zenginliklerini Yahudilerin eline vermek için ele geçirmişti. Kolomb'un hedefine ulaştığının en büyük göstergesi ise, sömürgeci conquistadorlar arasında çok sayıda Yahudinin ve konversonun bulunmasıdır.42


Conquistadorların uyguladığı katliam ise inanılmaz boyuttaydı. Örneğin, Kolomb geldiğinde nüfusu 200 bin olan bir adada, 20 yıl geçmeden sadece 50 bin, 1540'da sadece bin kişi kalmıştı. Conquistadorlar'ın en ünlüsü olan Cortes, 1519 Şubat'ında 700 adamla Meksika'ya ayak bastı. Meksika'nın toplam kızılderili nüfusu Cortes'in giriş yılındaki 25 milyondan, 1605'te 1 milyona indi. Toplam olarak conquistadorlar, yarım yüzyıllık bir süre içinde 75 milyon kızılderiliyi yok etmiş, yerlerine sadece 240 bin İspanyol yerleştirmişlerdi. Avrupa'da toplam 100 milyon civarında insanın yaşadığı o yıllarda, Amerika nüfusu 60 ile 80 milyon arasındaydı. Bu nüfusun % 80'i (yani yaklaşık 60 milyon insan) bir kaç onyıl içerisinde yok edildi. Sadece Hispaniola adasında 1492'de 7-8 milyon kişi yaşıyorken, 1496'da 4 milyon, 1570 yılında ise yalnızca 125 kişi kaldı. Tarihçi C. Wells'in verdiği rakamlara göre, Kolomb'un kıtaya ayak basmasın-dan sonra bir yüzyıldan az bir süre içinde 95 milyon yerli sömürgeciler tarafından katledildi.


Bu boşluk yeni bir drama yol açacak, sonraki dört yüzyıl boyunca, Afrika'dan katledilen yerlilerin yerine doldurmak üzere Amerika'ya 13 milyon siyah köle taşınacaktı. Bu işin önderliğini de, ilerleyen sayfalarda inceleyeceğimiz gibi Yahudiler yapacaktı.


Yeni Dünya etnik olarak "temizlenirken", beyaz adam bu bakir topraklara akın ediyordu. Sözkonusu beyazların içinde, Kolomb'un yola çıkış amacına uygun olarak, çok sayıda da Yahudi vardı.


Yeni Dünya'da İbrani Kolonileri


Kabalacı Kolomb'un, yola, Mesih Planı'na uygun olarak, "Yahudiler için iyi bir yer" bulma amacıyla çıktığını incelemiştik. Kolomb, amacına ulaştı ve gerçekten de Yahudiler için "iyi yerler" buldu. Avrupalı Yahudiler, Yeni Dünya'da oluşan sayısız koloniye akın ettiler. İşin önemli yanı, bu bölgelerin ekonomisini, hiç abartısız, neredeyse ele geçirmeleri ve Amerika kıtasının sömürülmesinde başı çekmeleriydi. Yahudi tarihçi M. Kayserling şöyle der: "Yahudilerin İspanya'daki tarihleri sona erdiği anda, Amerika'daki tarihleri başladı. Engizisyon, İber Yarımadasındaki İbraniler'in sonu olurken, batı yarıküredeki kıtada onların başlangıcı oldu." 43


Amerika'nın batılılar tarafından ilk sömürgeleştirilen bölgeleri güney kısımlarıydı. Altın ve sömürülecek hammadde bulma hırsıyla dolu Portekizliler ve İspanyollar tarafından başlatılan bu soygun stratejisi nedeniyle kıtanın bu bölümü Latin Amerika adını alacaktı. İşin ilginç tarafı, bu sömürgeci "Latin"lerin arasındaki Yahudilerin dev bir role sahip olmasıydı. Encyclopaedia Judaica şöyle yazıyor:


Amerikan toprağına ayak basan ilk Avrupalı, Kolomb ile birlikte yola çıkmış olan bir Yahudi dönmesiydi: Luis de Torres. Torres, Kolomb'la birlikte denize açılmadan bir gün önce vaftiz olup Hıristiyanlığı kabul etmişti. Portekiz ve İspanyol marranoları (Yahudi dönmeleri) yeni kıtanın potansiyelini hemen farkettiler. Bu yeni kıtaya yerleşenlerin başında da onlar geliyordu. Bazıları Meksika'yı fetheden Cortes ve onun askerleri olan 'conquistadores'lara eşlik etti...


... Yeni Dünya'ya yerleşen marranolar oldukça etkin bir konuma geldiler. Kıtanın Avrupa'yla olan ithalat-ihracat ilişkisini onlar kontrol ediyordu. Kendi aralarında gizli bir dini örgütlenme kurdular. Ayrıca Avrupa'daki dindaşlarıyla da yakın ilişki içindeydiler.44


Yahudi tarihçi Eli Barnavi ise şöyle yazar:


Yeni bir kıtanın keşfedilmiş olduğu haberi yayılmıştı. Ve bu haberle Amerika'ya ilk yerleşenlerin başında İspanya ve Portekiz Yahudileri geliyordu. Söz konusu Yahudiler, Yeni Dünya'da hem daha geniş ticaret olanakları, hem de Engizisyon tehlikesinden uzak olarak, Yahudiliklerini rahatça yaşayabilecekleri bir yer bulacaklardı... Peru bölgesindeki İspanyol kolonisinde önemli bir Yahudi cemaati oluştu. Bu cemaat, koloninin ticaretinde hakim konuma geldi. Büyük bir güç ve etkiye sahip olmalarına rağmen, bu Yahudiler, Yahudiliklerini açıkça belli etmediler.


Brezilya'yı keşfeden Pedro Alvares Cabral'ın yanında Yahudiler vardı. Meksika, Peru ve Şili'yi kolonileştiren conquistadorların arasında da çok sayıda Yahudi bulunuyordu... Avrupa'daki Engizisyon'dan ve baskı politikalarından kaçan çok sayıda Yahudi, legal ya da illegal yollardan, Yeni Dünya'ya yerleşti... Yahudiler Brezilya'daki şeker endüstrisinin gelişmesinde çok önemli rol oynadılar. Ayrıca koloniden dışarı kereste ihracı da onların elindeydi... Hollanda'nın sömürgesi olduğu dönemde, Brezilya'nın başkenti Recife'de İspanyol Yahudilerinin oluşturduğu büyük bir cemaat vardı. Koloni daha sonra Portekizliler'in eline geçtiğinde, Yahudilerin önemli bir kısmı, daha sonra New York adını alacak olan New Amsterdam'a gittiler.45


Kısacası, Yeni Dünya'nın ilk sömürülmeye başlanan güney bölümü, Kolomb'un ve Kabalacı dostlarının yaptığı hesaplara uygun olarak, Yahudiler için "iyi bir yer" ve yeni zenginliklerin kaynağı oldu. Kıtanın kuzeyi ise asıl önemli olan ve Mesih Planı açısından kilit bir konum taşıyan yer orasıydı. İlerleyen sayfalarda kıtanın kuzeyinin, yani bugünkü ABD'nin, ilginç ve bilinmeyen tarihini inceleyeceğiz: Mesih Planı'na uygun olarak şekillenen tarihini...


Ancak şimdi biraz geriye dönüp, İspanya sürgününün Eski Dünya'daki sonuçlarına bakmakta yarar var. Sürgün, Yahudileri "dünyanın dört bir yanına" dağıtmak için yapılmıştı çünkü; yalnızca Yeni Dünya'ya değil...


Sefarad Diasporasından Tarifeli Seferler


1492'nin taşıdığı önem, yalnızca Kolomb'un Amerika'yı "keşfetmesi"nden kaynaklanmıyordu. Kolomb'un "Yahudilere iyi bir yer" bulmak için çıktığı yolculuk, İspanya'dan çıkan Yahudilerin gidecekleri rotanın yalnızca bir parçasını çiziyordu. Rotanın geri kalan kısmı da yine Yahudileri kehanete uygun bir biçimde "dünyanın dört bir yanına" dağıtmaya yönelikti... Sefarad diasporası İspanya'dan kalkan tarifeli seferler, böylece gerekli hedeflere ulaştı.


İspanya'dan, Mesih Planı'na uygun olarak, yola çıkarılan Yahudilerin sayısı 250 bin olarak tahmin ediliyor. Bunlardan 100 bin kadar bir topluluk önce Portekiz'e yerleştiler, geçici bir süre için merkezi limanlarını kullandıkları bu ülkeden kısa bir süre sonra ayrılarak Güney Amerika'ya, Kuzey Avrupa'ya ve Osmanlı'ya göç ettiler. Göçmenlerin büyük bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu'nun değişik bölgelerine yerleştiler, özellikle Balkanlar'da ve Türkiye'ye, ayrıca Kuzey Afrika'nın kıyı şehirlerine ve Yakın Doğu'ya (Vaadedilmiş Topraklar). Diğer binlercesi de, İtalya, Hollanda ve İngiltere'de kendilerine yer buldular.




İspanya sürgünü ile birlikte, Yahudiler gerçekten de Mesih'in gelişi ile ilgili kehanete uygun olarak "dünyanın dört bir yanına" dağıldılar. Yanda, 1492 ve sonrasında İber yarımadasından "dünyanın dört bir yanına" yapılan Yahudi göçleri.


İspanya sürgünü ile birlikte dağılan Yahudiler, 1500'lü ve 1600'lü yıllarda Avrupa'yı derinden etkileyecek cemaatleri oluşturdular. Bunların arasında Londra, Amsterdam, Antwerp, Hamburg ve New York başta gelir. 17. yüzyılın başlarında her büyük ticaret merkezinde küçük Yahudi yerleşim merkezleri vardı. Bunlar Avrupa'nın ticari ve mali gelişiminde yaşamsal bir rol oynadı. Zenginlik ve becerileri ile toplumun en üst düzeylerinde kabul gördüler.


Yahudilerin bu şekilde Avrupa'ya dağılmaları ki bu Yahudiler, o dönemde kültürel yönden daha düşük seviyedeki Doğu Avrupa Aşkenaz Yahudilerinden çok daha etkindiler Avrupa'nın Protestanlık sonucunda yaşadığı büyük dönüşümde ve bu dönüşümün ardından gelen kapitalizmin doğuşunda büyük rol oynadı. İlerki sayfalarda inceleyeceğimiz gibi, İspanya'dan dağılan Yahudiler, Batı'nın "Yahudileşme" yani Yahudi dünya görüşü ve ahlak yapısını benimseme, kapitalistleşme sürecinin anahtarı oldular. İspanya sürgünüyle birlikte, hem Mesih Planı için gerekli olan önemli bir kehanet yerine getiriliyor, hem de Avrupa'yı kapitalizme taşıyacak, Batı'yı "Yahudileştirecek" olan topluluk sahneye çıkmış oluyordu.


Pandora'nın kutusu açılmıştı...


Kabalacıların Yeni Karargahı Safed ve Yeni Kehanetler


"Yahudi Ansiklopedisi" Judaica'nın, "Kabbalah" başlığı altında bildirdiğine göre, İspanya sürgününün ardından, "Mesih'in gelişini hızlandırma" yönündeki Kabala çalışmaları daha da yoğunlaştı. Öyle ki, ünlü Kabalacılardan Abraham Azulai, Kabala'nın yeni bir yorumu olan "Or ha-Hammah" adlı kitabının başında, sürgünle birlikte "son jenerasyon" olarak adlandırdığı yeni bir döneme girildiğini ve artık Mesih'in dönüş sürecinin başladığını söylüyordu. Kabalacı Azulai, "bundan sonra en önemli 'mitzvah' (misyon) Kabala'nın daha da geniş bir biçimde çalışılmasıyla birlikte Mesih'in gelişini sağlamaktır" hükmünü vermişti.46


Bu arada, sürgünle birlikte, İspanyol Yahudileri "dünyanın dört bir yanına" dağılırken, sürgünün planlayıcıları olan Kabalacılar'ın büyük bölümü de, kendilerine yeni bir yer bulmuşlardı. Bu yeni merkez, Vaadedilmiş Topraklar'da, Kudüs'ün kuzeyinde (bugünkü İsrail'in kuzeydoğu ucunda) yer alan Safed kentiydi. Bir dağın tepesine kurulmuş olan kent, Kabala'nın yeni yorumla- rına ve "Mesih'i getirme" misyonunun yeni teorilerine sahne oldu.


Safed'de klasik Kabala doktrin ve yöntemlerine yenileri eklendi. Bu eklemelerin en önemlisi ise Kabala geleneğinde yeni bir devir açan Isaac Luria tarafından yapılmıştı. Luria, Sefirot teorisine yeni düzenlemeler getirdi. Luria'nın İspanya sürgününü yorumlayışı da ilgi çekiciydi. Büyük Kabalacı, İspanya sürgününün hiç de Yahudiler için kötü bir şey olmadığını hatırlatıyor ve sürgünün Mesihi dönemin başlangıcı olduğunu bir kez daha bildiriyordu. Sürgünü, kurduğu yeni Yaratılış teorisi ile açıkladı. Teori, "olumsuzluklar evreni"nin, "Tanrı'nın ışığını taşıyan kapların kırılması" ve bu ışığın "öteki tarafa" düşmesi ile doğduğunu öne sürüyor ve tüm ışıkları bir araya getirme çabasına da "Tikkun" adı veriyordu (Tikkun için ayrıca bkz. "Giriş"). Luria, bu teoriyi siyasi platforma da uyguladı ve İspanya sürgününü de bu şekilde açıkladı. Ona göre, Tanrı "Tikkun" görevini (ışıkları bir araya getirme) Yahudilere vermişti. Şalom, Luria'nın sürgün hakkındaki düşüncelerini şöyle aktarıyor:


Luria'ya göre, musevilerin yeryüzüne dağılması bir felaket değil,... planlanmış bir olaydır; musevilere, kutsal kıvılcımları, klipalar ortamından ('öteki taraf'tan) kurtarıp toplamak için verilmiş bir görevdir. Bu şekilde bütün kıvılcımlar eksiksiz olarak kurtarılabilirse Tikkun gerçekleşmiş olur. Tikkun'un gerçekleşmesi ile de Maşiah (Mesih) gelecektir. İsrailoğulları kurtulacak, Vaadedilmiş Topraklar'a dönecek, yıkılmış olan Tapınak'ı yeniden inşa ederek sonsuza kadar hüküm süreceklerdir.47


Safed'de gelişen yeni Kabala okulu, "Tikkun"u ve onun siyasi sonuçları olan Mesih Planı'nı gerçekleştirmeye adadı kendini. İspanya'da başlamış olan "tarihin akışına yön verme" sanatı, Luria ve diğer Kabalacı dostlarının elinde daha da gelişti.


Sözkonusu Kabalacılardan biri de, İspanya sürgününün ardından Vaadedilmiş Topraklar'a yerleşen Abraham B. Elizer ha-Levi idi. Elizer, o dönemde, yani 1500'lü yılların hemen başında, Mesih Planı'nın yeni bir aşaması üzerine yoğunlaşmıştı. Bu yeni aşama, bir başka Kabalacı'nın yaklaşık elli yıl önce yazdığı bir kehanete dayanıyordu. Kehaneti yazan Kabalacı Abraham Zacuto idi, yani Kabalacı dostu Kristof Kolomb'a denizde yol bulması için astrolojik haritalar veren kişi...


Judaica'nın bildirdiğine göre, Zacuto, 1478 yılında bir güneş tutulması üzerine bir kehanette bulunarak, yakın gelecekte Yahudiler için büyük yararlar sağlayacak bir adamın ortaya çıkacağını söylemişti. Kabalacı Abraham B. Elizer ha-Levi ise şimdi bu kehanet üzerinde düşünüyor ve bu adamın kim ola bileceğini hesaplamaya çalışıyordu. Çünkü bu adam Avrupa'da çok büyük değişimler yaratacak bir adamdı. Zacuto, ondan söz ederken "bir adam çıkacak" demişti, "o adam büyük ve etkili bir adam olacak; ordular toplayacak, yeni bir din kuracak ve (Katolik) din adamlarının gücünü yok edecek." 48 Katolik din adamlarının gücünü yok edecek bir adamın çıkması kuşkusuz çok önemliydi. Çünkü her ne kadar İspanya'da Yahudi önde gelenlerinin işine yaramışsa da Katolik Kilisesi, o dönemde Mesih Planı'nın önündeki en büyük engeldi: Yahudilerin "seçilmiş halk" olduğunu tanımak bir yana, onları "İsa'nın katilleri" olarak görüyor ve Vaadedilmiş Topraklar'ın onlara ait olduğu tezini kesinlikle reddediyordu. Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmesine ise tümüyle karşıydı.


Kabalacı Elizer ha-Levi, kehanette müjdelenen bu adamın kim olduğunu anlamakta gecikmedi. 1524 yılında, Avrupa'dan Kudüs'e yeni Yahudiler göç etmişti. Kudüs'te bulunan Elizer ha-Levi, bu Yahudilerden Avrupa'daki son gelişmeleri dinlerken, Kilise'nin otoritesine karşı isyan eden yeni bir adamın ortaya çıktığını öğrendi. Elizer ve diğer Kabalacı dostları, bu adamın yaymaya başladığı doktrini tam olarak öğrendiklerinde ise kesin hükmü verdiler: Bu adam, bir "gizli-Yahudi" idi ve Hıristiyanları Yahudiler için zararlı olan düşüncelerinden koparıp-eğitmeye gelmişti.49 Kabalacılar'ın "gizli-Yahudi" olarak kabul ettikleri bu adamın adı, Martin Luther'di...


Tarihin Dönüm Noktası Protestanlık ve

'Mesih'in Yollarını Açan Adam' Martin Luther


"Katoliklere sesleniyorum; bana kafir

demekten yorulduklarında,

Yahudi desinler" - Martin Luther


İspanya sürgününden birkaç onyıl sonra, Avrupa'da çok önemli bir hareket doğdu. Protestanlık, Kilise'nin otoritesini sarsmaya, Avrupa'da yüzyıllardır değişmeyen değer yargılarını değiştirmeye başladı. Bu yeni mezhep, bilindiği gibi, Katolik kilisesinin kurmuş olduğu Avrupa düzenine karşı gelişmiş bir hareketti. Bu hareketin sonucu ise yalnızca Hıristiyan dünyasına yeni bir mezhep katmak değil, aynı zamanda, Max Weber'in ünlü çalışmasında vurguladığı ve çoğu sosyalbilimci tarafından kabul edildiği gibi, Avrupa'da kapitalizmin oluşumuna uygun bir ahlak anlayışı geliştirmek olmuştu.


Protestanlığın fazla dikkat çekmemesine rağmen çok önemli olan bir başka sonucu da, Yahudilerle ve hatta Mesih Planı ile yakından ilgiliydi... Çünkü Protestanlar, Yahudilere karşı yüzlerce yıldır süren Katolik geleneğinden çok farklı bir bakış açısı geliştirdiler. Katolik inancına göre, Yahudiler İsa'nın katilleriydiler ve O'nun tarafından lanetlenmişlerdi. Bundan daha da önemlisi, Katolikler, Yahudilere yönelik bakış açılarına paralel olarak, Eski Ahit'e de (M. Tevrat) soğuk bakıyorlardı. Eski Ahit'i bir dini kaynak olarak kabul etmelerine rağmen, onun bazı kısımlarını çeşitli yorumlamalar yoluyla kabul etmiyorlardı. Katoliklerin temel dini kaynağı İncil'di. Bu kuşkusuz çok önemli sonuçlar doğuruyordu. Çünkü bilindiği gibi, İncil, insanın ruhuna seslenen ve kurtuluşun ruhların eğitilmesiyle gerçekleşebileceğini haber veriyordu. Bu dünyanın geçici ve değersiz olduğunu, asıl yurda öteki dünyada kavuşulacağını bildiriyor ve insanları dünya-merkezli düşünmekten uzaklaşmaya çağırıyordu. Ayrıca Katolik öğretisi, insanlara hayatın her alanını dine göre belirlemek gerektiğini anlatıyordu.


Protestanlık ise Eski Ahit'e yeniden döndü. Protestan teolojisinin kurucuları, Eski Ahit hükümlerinin hiçbir yoruma tabi tutulmadan doğrudan kabul edilmesi prensibini benimsediler. Bu, Eski Ahit'in yalnızca "bu dünya"yı önemseyen düşüncesine geri dönülmesi, ruha değil maddeye yönelinmesi ve öteki dünyanın öneminin unutulması gibi büyük sonuçlar doğurdu. Bu kapitalizmin de doğuşu anlamına geliyordu. Bunların hepsinin yanında, Protestanlık, Yahudilere karşı da çok yeni ve çok garip bir bakış açısını geliştirdi, bunu birazdan inceleyeceğiz.


Protestanlığın oluşturduğu bu büyük dönüşümdeki en büyük pay, kuşkusuz Protestan hareketinin en büyük lideri olan Luther'e aitti. Kabalacıların, kehanetlerde "Hıristiyanları Yahudiler yararına eğitecek adam" olarak haber verilen kişinin Luther olduğuna karar vermeleri, Protestan hareketinin liderinin Mesih Planı açısından ne denli büyük bir önem taşıdığının da işaretiydi.


Johannes Reuchlin, Martin Luther'in en önemli öğretmeni. Aynı zamanda da Kabala'nın büyük bir hayranı, bir "Hıristiyan Kabalist"...


Luther'in Katolik Kilisesinin yüzyıllardır süregelen doktrinlerini değiştirirken, bunların yerine Eski Ahit düşüncelerini koyması kuşkusuz bir rastlantı değildi. Tam aksine, Luther sanki bu iş için eğitilmişti: Protestan liderinin düşüncelerini oluştururken en çok etkilendiği kişi dönemin ünlü hümanisti Johannes Reuchlin idi. Judaica, Luther'in yaşamının sonuna dek, Reuchlin'i en büyük öğretmeni olarak kabul ettiğini vurguluyor.50 Peki Reuchlin kimdi dersiniz?... Luther'in düşüncelerinin oluşmasında en büyük paya sahip olan bu Alman hümanistinin acaba ne gibi bir özelliği vardı ki, öğrencisinin Katolik düşüncesine toptan savaş açmasına ön-ayak olmuştu?...


Reuchlin'in en büyük özelliği, bir Kabalacı olmasıydı!... Evet, Luther'in amcası Kabalacıydı. Ama şimdiye dek sözünü ettiğimiz Kabalacılardan farklıydı. Çünkü Reuchlin Yahudi değildi; 16. yüzyılın başında Avrupa'da patlak veren "Hıristiyan Kabalizmi" adlı akımın en önde gelen temsilcilerindendi. Sözkonusu akımın temsilcileri, Yahudi olmamalarına rağmen Kabala'dan etkilenen ve bu nedenle de Kabala doktrinlerini Hıristiyan düşüncesine eklemeye çalışan Avrupalı entellektüellerdi. "Hıristiyan Kabalizmi"nin bir başka özelliği de masonlukla paralel bir gelişim çizmesiydi. (Ayrıntılı bilgi için bkz. 2. bölüm)


Reuchlin, Kabala'yı "gerçek" (yani Yahudi) bir Kabalacı'dan, Kral III. Frederick'in özel astronom ve fizikçisi olan Kabalacı Jacob B. Jehiel Loans'dan öğrenmişti. Aynı kişiden İbranice de öğrenen Reuchlin, tüm Yahudi literatürünü de hatmetmişti. Yazdığı De arte Cabalistica, Du rudimentis Hebraics gibi eserlerinde Kabala'ya ve diğer geleneksel Yahudi kaynaklarına hayranlığı açıkça izlenebiliyordu.51


Luther'ın etkilendiği bir diğer kaynak ise, 1466'da Rotterdam'da doğan ünlü Hol-landalı hümanist Desiderius Erasmus idi. Bazı düşünce tarihçileri, "Erasmus'un yumurtayı ortaya çıkardığını, Luther'in ise yalnızca onun üzerinde kuluçkaya yattığını" söylerler. Ve ilginçtir, Erasmus da aynı Reuchlin gibi bir Kabalacı'ydı. İkinci bölümde, bu "Hıristiyan Kabalist"in ilginç özelliklerine daha ayrıntılı olarak değineceğiz.


İspanyalı Kabalacı Abraham Zacuto bir kehanetinde Avrupa'da çıkıp Kilise'yi sarsacak bir adamı "müjde" vermişti. Sonraki Kabalacılar bu adamın Luther olduğunu kabul ettiler. Çünkü Katoliklerce "gizli-Yahudi" olarak tanımlanan Luther, hem Kiliseye ölümcül bir darbe vurmuş, hem de geliştirdiği dini doktrin için asıl kaynak olarak M. Tevrat'ı benimsemiş, Yahudilerin "seçilmiş halk" olduklarını kabul etmişti.


İşte Luther, eğitimini böyle bir kaynaktan aldı. Doktrinlerini geliştirirken de Kabalacı öğretmenlerinden aldığı eğitimin hakkını veriyordu. 1523'te Katolik Kilisesi'nin yüzyıllardır sürdürdüğü Yahudileri dışlayan tutumunu yerden yere vurarak Dass Jesus Christus ein Geborener Jude Sei, yani "İsa Mesih Yahudi Olarak Doğdu" adlı kitabını yazdı. Yahudilerin Katolik dinini kabul etmemekte yerden göğe kadar haklı olduklarını söyleyerek, "ben bir Yahudi olsaydım, Katolikliği kabul etmektense, domuza dönüşmeyi tercih ederdim" dedi. Kilise otoriteleri de kısa süre sonra onu "yarı-Yahudi" (semi-Judaeus) olarak nitelendirdiler. Az önce de belirttiğimiz gibi, Kudüs ve Safed'deki Kabalacılar da zaten onu bir "gizli-Yahudi" olarak görüyorlardı. Aynı görüş, Abraham Farissol ve Joseph ha-Kohen gibi Diaspora'daki Yahudi önde gelenlerince de paylaşıldı.52


Luther'in Yahudilere karşı bu tür bir yaklaşım geliştirmesinin de ötesinde, asıl önemli icraatı, kuşkusuz M. Tevrat'ı Protestan doktrininin merkezine yerleştirmesi oldu. Judaica, "Luther'in Tevrat'a derin ve içli bir sevgiyle bağlı olduğunu" yazıyor.53 The Universal Jewish Encyclopedia ise, Luther'in başlattığı Protestanlık-Yahudilik paralelliği hakkında şöyle diyor:


Hıristiyanlıktaki Reform hareketleri çok büyük ölçüde Yahudi edebiyatı ve felsefesinden etkilenmişti. Hatta reform hareketlerinin, rakipleri tarafından 'Yahudileşme' olarak görülmesi ve gösterilmesi bunun bir göstergesi sayılabilir... Çeşitli Protestan grupları, Eski Ahit'in bir emri olan ve Katoliklerce uygulanmayan sünnet, Sabbath'ın kutlanması gibi ibadetlere geri döndüler: Kısacası, Eski Ahit'e Yeni Ahit'ten daha fazla bağlandılar. 15 ve 16. yüzyıldaki Hıristiyan Reformunun önemli liderlerinin hepsi İbranice biliyor ve Yahudi kaynaklarını inceliyordu. İstisnasız hepsi, Eski Ahit teolojisine geri döndüler. John Huss, Zwingli, Michael Servetus, Calvin ve Luther; bu isimlerin hepsi, karşıtları tarafından 'yarı-Yahudi' olmakla hatta tümüyle Yahudileşmekle suçlandılar. Eski Ahit'in etkisi bunun ardından Püritenlikte ve daha sonraki Anglo-Amerikan mezheplerinde de belirgin biçimde görüldü.54


Luther ve onu izleyen Protestanlar Eski Ahit'i bu denli önemserken, doğal olarak Eski Ahit'in taşıdığı bir ilginç hükmü de kabul ediyorlardı: Eski Ahit'e göre, Yahudiler "Tanrı'nın seçilmiş halkı"ydılar ve diğer halklardan üstündüler. Özellikle Luther'in Yahudiler hakkındaki düşünceleri son derece ilginçti. Kabalacılar'ın, üstte incelediğimiz gibi, onu bir "gizli-Yahudi" olarak görmesi boşuna değildi. Çünkü Luther, Eski Ahit'in maddeci realizminden etkilenirken, bir yandan da Yahudileri üstün ırk sayan hükümlerine tabi olmuştu. The Jewish Encyclopedia şöyle yazıyor:


Luther, Yahudilerin Tanrı tarafından mesajını dünyaya yaymak için seçildiklerini söyleyerek onları över. "Yahudiler," der, "... dünyadaki en üstün kanı taşımaktadırlar. Kutsal Ruh, onların eliyle Kutsal Kitabı dünyaya yaymıştır. Onlar Tanrı'nın çocuklarıdır, bizse yabancılarız. Aslında, Kenanlı kadının hikayesinde anlatıldığı gibi, bizler sahiplerinin masasından düşen ekmek kırıntıları ile yetinen köpekler gibi olmalıyız".55


Yahudilere karşı diğer insanları "masanın gerçek sahiplerinin düşürdüğü ekmek kırıntılarını yemekle yetinmeleri gereken köpekler" olarak nitelendiren Luther'in Yahudi önde gelenleri için büyük bir fırsat olduğuna kuşku yoktu. Üstün ırk olduklarını tüm dünyanın kabul edeceği günü, yani Mesih'in egemenliğini bekleyen Kabalacılar için, bunu şimdiden ilan eden bir din adamının ne denli büyük bir avantaj olduğunu anlamak için kahin olmak gerekmiyordu. Bu nedenle, başta Elizer ha-Levi olmak üzere Kudüs ve Safed'deki Kabalacılar, yaptıklarını duyar duymaz Luther'in "kehanette sözü edilen adam" ve bir "gizli-Yahudi" olduğunu müjdelemişlerdi.


Luther'in başlattığı Reform hareketi, Avrupalı Yahudiler tarafından da Mesih'in gelişi için gerekli ortamı sağlayacak bir hizmet olarak görüldü. "Yahudiler, Martin Luther'i, Hıristiyanları eğitip yanlış düşüncelerinden kurtararak, Mesih'in gelişi için yolu temizleyen bir adam olarak gördüler." 56


Fakat Luther, bütün bunlara rağmen, son yıllarında Yahudiler aleyhine yazdığı yazılarla, resmi tarihe antisemit (Yahudi düşmanı) olarak geçmeyi başardı. Kendini "Yahudilere köpek olmaya layık" görecek kadar "fanatik Yahudi hayranı" olan bir adam birdenbire fikirlerini değiştirip Yahudi düşmanı olur muydu? Ya da Kabalacılar'dan aldığı taktikle görüntü mü değiştirirdi? İkinci tez daha akılcı gözüküyor...


M. Tevrat'tan etkilenerek faizi ve kapitalist ahlakı kutsayan Calvin, dünya tarihinde önemli bir dönemecin anahtarı oldu.


Sonuçta bu tür bir "Yahudileşme"yi barındıran Protestan akımı tüm Kuzey Avrupa'yı kasıp kavurdu. Bu arada, Protestan doktrinine önemli bir katkı da, aynı Luther gibi "gizli Yahudi" ya da "yarı-Yahudi" sayılan Calvin tarafından yapıldı. Yine aynı Luther gibi İbranice öğrenmiş ve Yahudi literatürünü hayranlıkla incelemiş olan Calvin, Eski Ahit'in içerdiği bir hükümden de etkilenmişti: M. Tevrat, faizle borç vermeyi serbest bırakıyor, hatta teşvik ediyordu. Buna karşın, Katolik Kilisesi, İncil hükümlerine dayanarak asırlardır faizi yasaklamaktaydı. Calvin, tercihini Eski Ahit yönünde kullandı ve bir tür "içtihat"la faizi serbest bıraktı. De Usuris (Faiz) başlıklı yazısında, İncil'in Luka bölümünde 6. Bab, 35. ayetteki cümle üzerinde şu yorumu yapmıştı: "Burada faizi kötüleyen hiçbir yazılı kanıt bulunmamaktadır."


Luther'in ve Calvin'in doktrinlerini kabul eden Kuzey Avrupa ülkeleri ile Katolik güney arasındaki çatışma gittikçe büyüyerek Otuz Yıl Savaşları'na dönüştü. 1648'de Westphalia Anlaşması ile sona eren savaş sonucunda Avrupa nüfusunun 3'te 1'i ortadan kalkmış ve kıtadaki dini birlik parçalanmıştı. O zamana kadar "Christendom" (Hıristiyanya) olarak anılan kıta, Westphalia'nın ardından artık daha seküler bir ifade ile "Avrupa"ya dönüştü.


Yahudi önde gelenlerinin Protestanlık ve ardından gelen bölünme ile ilgili yorumları da oldukça ilginçti. İspanya kökenli Sefarad Yahudisi Samuel Usque, reformla birlikte Yahudilerin Hıristiyanlardan intikam aldıklarını söylüyor ve Consolation for the Tribulations of Israel (İsrail'in Sorunlarının Çözülmesi) adlı kitabında şöyle diyordu: "Yahudiler, asırlar boyu kendilerini Hıristiyanlaşmak için zorlamış olanlardan kutsal bir intikam alarak Hıristiyan birliğini bozdular." Usque, Protestanlığı kabul eden Hıristiyanların "Yahudilik yoluna girmelerini" de memnunlukla karşıladıklarını söylüyordu.57


Protestanlar ve Yahudiler


Protestanlık, dünya tarihinde büyük bir dönüşümün başlangıcı oldu. Bu dönüşümün; kapitalizm, laiklik, ulusçuluk gibi önemli sonuçları olduğu şimdiye dek pek çok akademik kaynakta yazılıp-çizilmiştir. Bu yeni mezhebin oluşturduğu dönüşümün, en az bu sayılanlar kadar önemli olan, ancak pek fazla gündeme getirilmemiş olan bir diğer sonucu da, az önce değindiğimiz konuyla, yani Yahudilik'le ilgilidir.


Amerikalı yazar Grace Halsell, Prophecy and Politics (Kehanet ve Politika) adlı kitabında, günümüzde Amerikalı köktenci Protestanlar (evanjelikler) ile Yahudi lobisi arasında kurulmuş olan güçlü ittifakı inceler (kitabın sonraki bölümlerinde biz de buna değineceğiz). Yazara göre, sözkonusu ittifakın kaynağı, çok daha eskilere, Protestanlığın doğduğu 16. yüzyıla uzanmaktadır. Protestanlar, Eski Ahit'i Katoliklerden çok daha farklı biçimde yorumlamış ve Katoliklerin önemsemediği "Seçilmiş Halk" ve "Vaadedilmiş Toprak" gibi kavramları yeniden öp plana çıkarmışlardır. Bu ise doğal olarak bir "Yahudileşme" oluşturmaktadır; çünkü Eski Ahit'e göre, "Seçilmiş Halk" Yahudilerdir ve "Vaadedilmiş Toprak" da onlara ait sayılan Ortadoğu'dur. Halsell, bu ilginç dönüşümü şöyle açıklar:


Reform'dan önce, tümü Katolik olan Batılı Hıristiyanlar, St. Augustine ve öteki Kilise kurucuları tarafından geliştirilmiş bir bakış açısını benimsiyorlardı. Bu bakış açısı, Eski Ahit'in alegorik (sembolik) olarak yorumlanmasını, kelime kelime gerçek sayılmamasını gerektiriyordu. Buna göre, örneğin, Kudüs ve Siyon gibi kavramlar, öteki dünyaya ait, ilahi ve sembolik kavramlardı; yani herkese açıktılar. Bu dünyada yer alan ve yalnızca Yahudilere ait olan gerçek birer yer değildiler. Ama 16 ve 17. yüzyıllarda, Hıristiyanlar ilk kez kendi başlarına Kutsal Kitabı okudular ve yorumladılar. Bunu yaparken, Eski Ahit'in içerdiği İsrail konusunu ve doğal olarak da Yahudileri çok daha önemli bir konuma yerleştirdiler.58


Halsell'in de dediği gibi başta St. Augustine olmak üzere Katolik doktrininin kurucuları, Eski Ahit'in Yahudileri "seçilmiş halk" sayan ve Kutsal Topraklar'ı da onlara ait bir mülk olarak gösteren bölümlerinden rahatsız olmuş ve bunları sembolik bir anlatım sayarak güncel birer hüküm olmaktan çıkarmışlardı. Bunu neden yaptıkları ise çok açıktı: Yahudiler, onların gözünde Hz. İsa'nın katilleri idiler, böyle bir toplumu öven Eski Ahit pasajlarının da geçersizleştiğini düşünüyorlardı. Protestanlar ise Eski Ahit'i Katolik öğretisini reddederek okudular ve bunun sonucunda Yahudilerin "Seçilmiş Halk" olduğu ve Kutsal Topraklar'ın da onların hakkı olduğu inancını ister istemez kabul ettiler. Bu, kuşkusuz en çok Yahudiler, özellikle de Yahudi önde gelenleri için olumlu bir gelişmeydi. Çünkü onlar da yüzyıllardır "Seçilmiş Halk" oldukları konusunda ısrarlıydılar ve er geç bir gün kendilerine ait saydıkları Kutsal Topraklar'a döneceklerini hesaplıyorlardı. Bunun için de boş durmuyorlardı; Mesih Planı, zaten bunu gerçekleştirmek için Kabalacılar tarafından hazırlanmış ve uygulamaya konmuştu.


Bu nedenle, Yahudi öğretisini tasdik eden Protestan hareketi, Mesih Planı açısından çok büyük bir aşamaydı. Luther'in Kabalacılarca "Mesih'in yollarını açan adam" olarak yorumlanmasının nedeni budur. Grace Halsell Protestanlığın etkilerini anlatmaya devam ediyor:


Hıristiyanların neden birden bire tüm Yahudilerin Filistin'e gitmesi gerektiği yönünde düşünmeye başladıkları, çok az akademisyen tarafından incelenmiştir. Bu, geleneksel Hıristiyan öğretisinde var olmayan bir düşüncedir. Protestanların, Kilise'nin geleneksel düşmanı olan Yahudiler hakkında neden cilt cilt kehanet kitapları yazmaya başladıkları, neden onlara büyük bir teolojik önem verdikleri de fazla araştırılmamıştır. Şu bir gerçektir ki, Reformasyonun ardından, Avrupalı Hıristiyanlar Yahudilere çok daha fazla ilgi duymaya başlamış ve onlara yönelik bakış açılarını değiştirmişlerdir... Bazı tarihçiler, bu durumu, Rönesans ve Reform hareketlerinin İbrani literatürüne olan ilgisine ve özellikle de Reform'un Eski Ahit üzerindeki vurgusuna bağlarlar. Reform'un bu özelliği, Yahudiler üzerindeki ilgiyi artırmış ve bunun sonucu da Yahudileşme hareketleri gösteren Protestan mezhepleri doğmuştur.


Bir kısım tarihçilere göre ise, Reform, tam anlamıyla bir 'İbranileşme' ya da 'Yahudileşme' hareketidir. Protestanların Yahudi geleneğinde yer alan Mesihçilik (Mesih bekleme) ve binyılcılık (yeryüzünde bin yıl sürecek bir Mesih idaresi) kavramlarını kabul etmeleri, bunun bir işaretidir.


Protestanlıkla birlikte başlayan "Yahudileşme", aynı zamanda "Hıristiyan Siyonizmi'nin de çıkış noktasıdır. Regina Sharif Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History (Yahudi-Olmayan Siyonizm ve Batı Tarihindeki Kökenleri) adlı kitabında, 16. yüzyılın ortasında doğan Protestanlığın güçlü bir Siyonist gelenek doğurduğunu anlatır. Sharif'in "non-Jewish Zionism" adını verdiği bu fenomen, Yahudi olmadıkları halde bir Yahudi rüyası olan Filistin'de bir Yahudi Devleti projesini destekleyen Batılıların tavrını açıklamaktadır. Sharif, Eski Ahit'teki Yahudileri öven pasajlarının Katoliklerce göz ardı edilmişken Protestanlar tarafından ön plana çıkarılmış olmasına dikkat çeker ve şöyle der: "Yahudi yeniden doğuşu ve Yahudilerin Filistin'e dönüşü kavramlarını gündeme getiren Protestanlık, daimi ve etkili bir 'non-Jewish' Siyonizm gelenek başlattı." 59 Sharif, kitabında Luther'i ise "Martin Luther and the Judaizing Spirit" (Martin Luther ve Yahudileşme Ruhu) başlığı altında incelemektedir.


Tüm bu bilgilere bakarak bir yargıya varabiliriz: Protestanlığın, Yahudi önde gelenlerine büyük bir stratejik yarar getirdiği kesindir. Kabalacılar, Protestanlık sayesinde, Eski Ahit kehanetlerine en az kendileri kadar bağlı olan ve bu nedenle de Mesih Planı'na gönülden destek olacak önemli bir müttefik elde etmişlerdir. (Bu noktada Protestan öğretisinin kurucularının neden bu tür bir "Yahudileşme" akımı başlattıkları sorusu ile karşılaşıyoruz. Acaba Luther, bu ilginç dönüşümü gerçekleştirirken Mesih Planı'na destek olduğunun farkında mıydı? Bu sorunun cevabı, Luther'in üzerindeki Kabalacı etkisinden ve Yahudilerle olan ilişkilerinden bir ölçüde aydınlanmaktadır. Bu yine de yeterli değildir. Kitabın bir sonraki bölümünde Protestan akımının ardındaki asıl etkene [Tapınakçı/Gül-Haç/mason geleneği] değineceğiz. Luther'in ve genel olarak da diğer Protestan liderlerinin Yahudilerle neden böyle bir işbirliğine gittiği, o zaman daha iyi aydınlanabilir.)


Protestan akımı, uzun mücadelelerden, kanlı mezhep savaşlarından sonra Avrupa'nın kuzeyini tamamen ele geçirdi. Bunun ise oldukça önemli sonuçları oldu... Bu sonuçlardan biri, Protestanlığın taşıdığı Yahudi sempatizanı çizgiden kaynaklanıyordu: Kuzey Avrupa'da ilginç bir Protestan-Yahudi ittifakı doğdu, çoğu İspanya kökenli olan Yahudiler önemli kuzey şehirlerinde cemaatler kurdular ve Protestan ahlakın yerleştiği topraklarda ilk kapitalizm uygulamalarını başlattılar.


Bu şekilde dünyanın ilk kapitalist şehri doğdu.




HAZARLAR IMPARATORLUGU YAHUDİLERİN 13.CÜ KABİLESİMİYDİ




"Geniş bölgelere dağilmiş olan Yahudi halkının bütün yaşanmış tecrübelerinden hiçbir tanesi Hazarlarınkinden daha olağanüstü değildir."

- Nathan Ausubel, Pictorial History of the Jewish People (1953)


"Hazar halkı ortaçağı için değişik bir fenomendi. Yabani ve göçebe kabileleriyle donanmış Hazarların, gelişmiş devletlere ait bütün avantajları vardı. Yapılanma, hükümet, geniş ve başarılı ticaret ve kalıcı ordu, O zamanlarda geniş fanatiklik ve cahillik onların Batı Avrupa'daki idaresine karşi koyduğu zaman, Hazar devleti adaleti ve hoşgörüsüyle ünlüdü. İnançlari için eziyet çekmiş insanlar her yönden Hazar İmparatorluğuna siğınmışlar, Avrupanın karanlık ufuklarında yıldız gibi parladı ve hiç bir iz birakmadan soldu."

- V. V. Grigoriev (1835; 1876 'lı kitabı Rossiya i Aziya, "O dvoystvennosti verkhovnoy vlasti u khazarov" yazısı, 66'ncı sayfa)


"Gerçi Museviler her yerde hüküm altındaydılar, ve dünyanin çoğu yerinde eziyet çekmiş, ortaçağin içinde bir tek Hazar İmparatorluğunda Museviler kendi hakimiyetini sürmüşler.... Dünyadaki baskı altında olan Museviler için, Hazarlar gurur ve umut kaynağıydı onların varlığı ispatlandı ki Tanrı insanını tamamen terk etmedi."

- Raymond Scheindlin, The Chronicles of the Jewish People (1996)


Hazarların tarihi bize büyüleyici bir örnek olarak Musevi hayatın ortaçağlarda nasıl gelişdiğini gösterir. Tüm Hıristiyan Avrupada Musevilerin eziyet çektiği zamanda, Hazar İmparatorluğu bir umut feneriğdi. Hazar Kağanların hoşgörüsüyle Museviler çok büyük gelişme gördü, İmparatorluğuna Bizans ve Pers mültecilere davette bulundular. Bu mültecilerin etkisi ile Hazarlar Musevi dinini hoşgördüler ve çoğu Museviliği benimsediler.


Hazar hakkındaki bilgilerinin çoğu güvenilir Arap, İbrani, Ermeni, Bizans ve Slav kaynaklarından gelir. Hazarlar hakkında büyük miktarda arkeolojik tanıtlar vardır. Bu tanıtlar Hazarların çeşitleri görünüş, ekonomik, sanatlar, ticaret, tarım ve balıkçılık vede ölülerin defnetme uygulamasını gösterir.


Soy: Hazar Türklerin kaynağı orta Asyadaydı. İlk Türk kavimlerinde çok çeşit vardı. Moğol fetihlerden önce çoğunlukla kırmızımsı saç vardı. Hazarların orijinal inançları Şamanlıkdı, dilleri Türkçe ve hayatları göçebeydi. Sonradan, Hazarlar Musevilik, İslamiyet ve Hıristiyanlık dinlerini benimsedi, İbranice ve Slav Dillerini öğrendi ve tüm kuzey Kafkas ve Ukraynadaki şehirlere yerleştiler. 5'inci ve 13'üncü asır arası 800 senelik zamanda Hazarların büyük tarihinde etnik bağimsızlık göründü.


Güney Rusyada olan Hazarların 6'ncı asırdan evelki tarihi belirsizlik içindedir. 550 ve 630 yılları arası Göktürk İmparatorluğun bir parçasıydı. 7'inci asırların ortasında iç savaşlar yüzünden Göktürk İmparatorluğu sona erdi, Hazarlar bağımsızlığını başarı ile ele aldılar. Hazarların Kağanlığı ve politik sistemi yine Göktürklerden geldi bunun bir örneği Hazar Kağanın tevali.


Politik güç: Hazar İmparatorluğun en yüksek derecesinde, güney Rusya, kuzey Kafkaslar, doğu Ukrayna, Kırım, batı Kazakistan ve kuzey batı Özbekistan bölgeleri hükümü altındaydı. Sabar ve Bulgar gibi diğer Türk gruplar 7'inci asırda Hazarların yetkisi altına girdi. Hazarlar bazı Bulgarları (Asparuhun liderliği ile) bugünkü Bulgaristana zorla teşvik ettiler, bazı Bulgarlar Volga nehrinin üst kısmına göç ederek bağımsız Volga Bulgaristanını kurdular. Hazarların diğer kavimlere en büyük hakimiyet sürdüğü zaman 9'uncu asırdı, Slavlar, Macarlar, Peçenekler, Burtalar, kuzey Kafkas Hunları ve diğer kavimler kontrolu altındaydı ve bu kavimlerden vergi alınırdı. Tüm bölgenin Hazarların yetkisi altında olduğu için, o bölgenin denizi "Hazar Denizi" diye isimlendirilmiş, bugün bile Türk dileri, Farsça ve Arapçada bu isimle bilinir (Arapçada, "Bahr-ul-Khazar"; Farsçada, "Daryaye Khazar").


Dolaylı olarak bugünkü Bulgaristanın kuruluşuna sebep olan Hazarlar, Avrupa ilişkilerinde daha önemli bir rol oynadılar. İslam dünyası ve Hıristiyan dünyası arasında tampon bölge haline girerek Hazarlar İslamiyetin kuzey Kafkaslardan fazla ilerleyişini durduruldu. Bunun başarısına 7'inci asırın sonu 8'inci asırın başında Arap-Hazar savaşları oldu. Bu savaşların dolayısıyla Kafkaslar ve Derbent Kenti Hazar ve Arapların arasındaki sınır oldu.


Hazar İmparatorluğu


Kentler: Hazarların ilk başkenti Balancardı, Verkhneye Chir-Yurt arkeolojik sitesi ile bilinir. 720'lerde Hazarların başkenti Samandar oldu. Kuzey Kafkasların kıyılarına yakın, güzel bahçeleri ve üzüm bağları ile meşurdur. 750'de başkent Volga Irmağin kenarında olan İtil'e geçti. Ortaçağlarda "İtil" Volga Irmaği diye bilinirdi. İtil en az 200 sene daha Hazarların başkentiydi. Hazarların büyük ticaret merkezi olan Hazara, başkent İtil'e yakındı. 10'uncu asırın başinda Hazaran-İtil'in nufüsün çoğu Müslüman ve Musevi vede az sayıda Hıristiyan vardı. Başkentde çok Cami vardı. Yakında olan adada Kağanın sarayı vardı. Bu ada etrafı çember halindeydi, kiş vaktinde Hazarlar başkentde kalıyordu, ilkbahar ve yaz vaktinde etrafında olan bozkırlarda tarla sürerler idi.


Ukrayna'nın başkenti Kiev, Hazarlar tarafindan kuruldu. Kiev Türkçe'ye ait bir kelimedir (Kuyu Ev). Musevi Hazar topluluğu Kiev'de yaşıyordu. Musevi Hazar topluluğun diğer yaşadığı kentler Çerson, Kerç, Feodosya, Fanagorya ve Sari Kaleydi. Bu kentlerin yöneticileri çoğu zaman Musevilerdi. 834'de Don ırmağında önemli bir kale kuruldu. Bu kale Bizans ve Hazarlar ile beraber kuruldu, kuruluşunda bizans muhendis Petronas Kamateros hizmette bulundu.


Uygarlık ve ticaret: Hazarların başlıca ürünleri pirinç ve balıkdı. Ayrıca Hazarlarda arpa, buğday, karpuz, kenevir ve salatalık üretilirdi. Volga Irmağın etrafındaki bölgeler çok verimliydi, Hazarlarda az yağmur olduğu icin bu bölge çok önemliydi. Kürk ihtiyaçlarını karşılamak için tilki, tavşan ve kunduz avlanıyordu.


Hazar İmparatorluğu Avrupa ve Asya'yı bağlayan önemli ticari yoldu. Misal olarak, "İpek Yolu" Çin, Orta Asya ve Avrupa için önemliydi. Hazar ticari yollarında ipek, kürk, balmumu, bal, mücevherat, gümüş eşya, madeni para ve baharat ticareti yapılıyordu. Pers'in Musevi Radhanit işadamları İtil'den geçerek batı Avrupa, Çin ve diğer ülkelere girdiler. İpek Yolu ticaretinden İranlı Sogdan'larda yararlandı, lisanları ve alfabeleri Türkler arasında kullanıldı. Hazarlar Horosan (kuzey batı Özbekistan), Volga Bulgaristan, Azerbaycan ve Pers ile ticari ilişkiler kurdular. Hazarların çifte kraliyet sisteminde, Kağan üstün liderdi ve Bey siviller arasında liderdi. Kağanlar Türklerin Asena ailesinden geliyordu, ortaçagın başlangıcında diğer Orta Asya devletlerine Kağanlar vermişlerdir. Hazar Kağanları Bizans, Abbas, Macar ve Ermeni liderler ile ilişki kurdular. Bir miktarda Hazar Kağanları Hazarların dinine etki oldular, yine de diğer dinlere tölerans gösterdiler, Kağanlar Musevi dinini kabul ettikleri zaman Hıristiyan Rumlar, putperest Slav ve İranli Müslümanlar egemenliklerinde kalıyorlardı. Başkentlerinde Hazarlar yedi kişi ile yüksek mahkeme kurdular, her dinin temsilcisi vardı (çağdaş Arap tarihe göre, Hazarlar Tevrat ile hüküm gördüler, başka kavimler diğer kanunlar ile hüküm gördü).


Arkeolojik tanıtlara göre eski tarihden bu yana Yahudi topluluklar Kırımda yaşamıştır. Kırımın Hazar kontrolü altına geldiği çok önemlidir. Persli Mazdaklarından kaçan Yahudiler Kırımdaki Yahudi topluluklara sonradan eklendi, Bizans İmparatorları Leo III ve Romanus I Lekapenus'un eziyetlerinden kaçan Yahudiler. Al-Mesudi, Schechter mektupları ve Saadiah Gaon'a göre bugünkü Özbekistan, Ermenistan, Macaristan, Suriye, Türkiye ve Irakdan Hazar İmparatorluğuna göç ettiler. Arap yazarı Dimaşki'ye göre bu göç eden Yahudiler dinlerini Hazar Türklerine teklif ettiler, Hazarlar kendi dinlerinden vaz geçip Museviliği kabul ettiler. Hazarların din değişimine Yahudi Radhanit işadamlarının etkisi oldu. Hazarların Museviliği kabul etmeleri belki bağımsızlığının bir politik simgesiydi, Hazarlar Müslüman halife ve Hıristiyan Bizans İmparatorluğun arasındaydı.


Bulan Kağan ve Obadiah Kağanın önderliği ile, Hazarlar arasında ortodoks Musevilik yayılmış, 860'da Bizansın etkisi ile Sent Siril Hazar İmparatorluğuna gelerek Hazar halkını Hıristiyanlığa teşvik etmeye başlamış fakat sonunda başaramamış çünkü Hazarlar Museviliğin temel esaslarını benimsemişlerdi. Buna rağmen Sent Siril Slavların çoğunu Hıristiyanliğa benimsetti. Musevi, Hıristiyan ve Müslüman temsilcileri ile görüşerek, 838'de Bulan Kağan Museviliği benimsedi. Hazar esaleti ve genel halk Museviliği benimsedi. Sonradan Obadiah Kağan Hazar İmparatorluğunda Havralar ve Musevi okullar açtı. Hazarlara Mişna, Talmut ve Tevrat çok önemli oldu. 10'uncu asırda Hazarlar ibrani harfler ile yazmaya başladı. O asırdaki mühim dökümanlar İbrani dilinde yazılmıştır. Ukraynalı Profesör Omeljan Pritsak'in tahminine göre Hazar İmparatorluğunda 30,000'e kadar Musevi yaşıyordu 10'uncu asırda. İsveçli parabilimci Gert Rispling 2002'de bir Hazar Musevi parası buldu.


Hazar Pehlivanları Genelde, Hazarlar hoşgörülü ve verimli bir toplulukdu, dünyanın her yer ile ticari temasda. Hazarların sanatkâr ve sanayi yeteneklerini gösteren çok eserler kaldı.


Gerileme ve yıkılma: 10'uncu asırda, İskandinav hakimiyeti altında olan doğu Slavlar birleşdi. Prens Oleg tarafından yeni devlet kuruldu, Kievli Rus. Hazarların çifte kralıyet sistemini benimsediler. Hatta Rus Prensleri Kağan rütbe ismini aldılar. Çernigov, Gnezdoro, Birka (İsveç) ve Kiev'deki Viking mezarlarında arkeologlar Hazar veya Hazar tipinde eşyalar buldular (giyisi ve çömlek). Kievli Rusda yaşayanlar kanuni sistemlerini Hazar tipinde kurdular. Doğu Slav lisanın bazı kelimeleri Hazar Türkçesinden geldi: Örneğin, bogatyr ("cesur şovalye") Hazar kelimesi bağatur'dan geliyor.


10'uncu asırın sonunda ve 11'inci asırın başında Hazarların eski karaları Rusların eline geçti. 965'de en yıkıcı yenilme oldu, Rus Prensi Svyatoslav Sarı Kale istihkamını fethetti. İki sene sonra İtil'i fethetti, bundan sonra seferi Balkanlara geçti. Ülkelerin kayıbına rağmen, Hazarlar kaybolmadı. Bazıları batıya doğru Macaristan, Romanya ve Polonyaya göçederek diğer Yahudi topluluklarla karıştılar. Timothy Miller, 11. yy. civarında Musevi Hazarların Bizans İmparatorluğu'ndaki Pera Yahudi cemaatinin üyesi olduklarını keşfetti. (bkz: Timothy S. Miller, "The Legend of Saint Zotikos According to Constantine Akropolites," Analecta Bollandiana c.112, 1994, sayfa 339 - 376)


Daha fazla araştırma için tavsiyeler. Hazarlar hakkında bazı yararlı basılmıs kitablar ve dökümanlar.


Bir Türk İmparatorluğu: Hazar Yahudileri Yazar: Kevin Alan Brook (Nokta Kitap, İstanbul, 2005).


Hazar Yahudileri


"Hazar Hakanlığı" Türkler, c.2, sayfa 445 - 463. Yazar: Muallâ Uydu Yücel (Yeni Türkiye, Ankara, 2002).


"Hazarlar" Türkler, c.2, sayfa 464 - 472. Yazar: Pavel V. Kuleshov ve Yakov F. Kuz'min-Yumanadi (Yeni Türkiye, Ankara, 2002).


"The Kuzari: In Defense of the Despised Faith" Yazar: Yehuda Halevi, Hasdai ibn Shaprut, ve Osip Kağan (Jason Aronson, 1998).


"Hazar Türkleri Avrupa devleti (VI - XII asir)" Yazar: Kara Şemsi Reşit Saffet Atabinen (Kaatcilik ve Matbaacilik Anonim Sirketi, İstanbul, 1934).


"Hazar Dili" Türk dili Arastirmalari yilliği bülteni, sayfa 147 - 153. Yazar: Peter B. Golden (1971).


"Hazar Türkçesi" Türk Ansiklopedisi, c.19, sayfa 133 - 134. Yazar: Peter B. Golden (1971).


"Futuhu'l-buldan" (Ülkelerin Fetihleri) Yazar: el-Balazuri, çeviren: Mustafa Fayda (1987).


"Islâm Coğrafyacilarina göre Türkler ve Türk ülkeleri" Yazar: Ramazan Şeşen (1985).


"Onüçüncü kabile: Hazar İmparatorluğu ve mirası" Yazar: Arthur Koestler, çeviren: Belkis Çorakçi (Ada Yayinlari, İstanbul, 1977).


İlerdeki Hazar çalişmalarını ve yayımlamalarını öğrenmek için ve American Center of Khazar Studies Grup Listesine üye olmaniz için, lütfen khazaria-announce-subscribe@yahoogroups.com adresine email gönderiniz.


Hazarların kurgusal edebiyatı ile ilginiz var ise, lütfen khazar-fiction-subscribe@yahoogroups.com adresine email gönderiniz.



HAHAM KRAL HAZARLI DAVUT

Yazar (Author): Monroe S. Kuttner

Çevirmen (Translator): Enver Günsel

Dil (Language): Türkçe (Turkish)

ISBN 9758961462

Barkod: 9799758961466

roman, 544 sayfa

Ýstanbul: Birharf Yayýnlarý, Haziran 2005 (June 2005)


Hazar Devleti VI. ve X. yüzyýllar arasýnda Rusya'nýn güneyinde hüküm sürmüþtür. VIII. yüzyýl ortalarýnda Hazar Hakaný ve soylularý din olarak Museviliði kabul etmiþlerdir. Haham Kral Hazarlý Davut romaný Hazar Devleti'nin son Hakan'ý Davut'u anlatýr. Yazar Monroe Kuttner uzun bir araþtýrma sürecinden sonra bu romaný yazmýþtýr. Yazar, hayal gücüyle birçok tarihî gerçeði birleþtirerek heyecanlý bir serüven ortaya koymuþtur. Davut, din eðitimi almak üzere Kafkaslar'daki Hazar ülkesinden Ispanya'ya gönderilir. Babasi Hakan Yusuf'un ölümünden sonra eðitimi yarida kesilerek apar topar ülkesine getirilir. Henüz 17 yaþýndadýr... Önünde zorlu bir sýnav vardýr, çeþitli din ve kültürlerin kaynaþtýðý ulusunu Haham bir kral olarak yönetmek durumundadýr. Hakanlýðýnýn ikinci senesinde ihanete uðrar ve ülkesi, Polovtsiler tarafýndan istila edilir. Davut ülkesini barbarlardan kurtarmak için hem fiziksel hem de ruhani olarak uzun bir yolculuða çýkar. Kafkaslar'da baslayan heyecanlý yolculuk Ýstanbul ve Ortadoðu'ya kadar uzanýr. Gürcü Ýmparatoru III. Georgi, Bizans Ýmparatoru Manuel Comnenus, Emir Salahaddin ve Selçuklu Sultaný Aslan Þah gibi önemli þahsiyetlerin hizmetinde bulunur. Hazar, Gürcistan, Ýstanbul, Kudüs, Halep, Baðdat ve Mýsýr sokaklarýnda yaþanan soluk soluða bir macera Haham Kral Hazarlý Davut.


This is a history-based adventure novel about the last Khagan (Great King) of a remnant of the Jewish Kingdom of Khazaria in the Northern Caucasus in the 12th century. The main setting is the Khazarian "village" of Samandar, starting in the year 1150. David ben Joseph, son of Khagan Joseph, is sent to Spain at age 7 to study Judaism. He is educated in the same household as Moshe ben Maimon (the future Maimonides) and earns the title "rabbi", meaning a scholar of the laws, scriptures, and customs of Judaism. Upon his return to Khazaria 10 years later, David has to adjust to the Khazarian Turkic semi-nomadic existence and become the next Khagan. After his father dies, he becomes Khagan and struggles to keep Khazaria alive. Join in David's adventures as he and other characters participate in historical events and interact with historical personages.


YAZAR HAKKÝNDA / ABOUT THE AUTHOR:

Monroe (Monty) Kuttner New York City'de doðmuþtur ama Macaristan ve Rusya'da Hazar atalarý olduðunu sanmaktadýr. Haham Kral romanýný uzun bir araþtýrma çalýþmasýndan sonra yazmýþtýr. Araþtýrmasý sýrasýnda Kafkaslar ve Ortadoðu coðrafyasini ve bu bölgelerin 1150-1170 yýllarý arasýndaki tarihlerini incelemek durumunda kalmýþtýr. Bay Kuttner'in ilk romanýdýr bu. Daha önce Yönetim danýþmanlýðý kariyeri süresinde yazdýðý birkaç iþ hayatý ve ticari konulu kitaplarý vardýr. Bay Kuttner'ýn gazetecilik ve yaratici yazarlýk dallarýnda yüksek lisans derecesi vardýr. Askerlik görevini Kore Savaþýnda piyade teðmeni olarak yapmýþtýr.


Monroe S. Kuttner was born in New York City in 1929 and is of East European Jewish heritage. His ancestors come from Hungary and the Russian Empire, and among them may have been Khazars. His extensive research on the geography and history of the Khazar Kingdom, Caucasus, and Middle East prepared the way for this novel. He focused his attention on the years between 1150 and 1170. This is Kuttner's first novel. He earned an undergraduate degree in journalism and creative writing, and over the years has performed in over a dozen theatrical plays. A former Management Consultant with a Masters of Business Administration (MBA) degree, he is also the author of the business book Managing the Paperwork Pipeline: Achieving Cost-Effective Paperwork and Information Processing (Wiley, 1978) and the editor of University Education for Management Consulting: Position Paper and Conference Report (American Institute of Certified Public Accountants, 1979). During the Korean War, he served as an Infantry Lieutenant in the U.S. Army. Kuttner currently lives in New Jersey.




hazarlar yahudı degıl ıddası


HAZAR TÜRKLERİ ASLA YAHUDİ DEĞİLDİ!

Tarih: 31.01.2005 Saat: 15:33 Yayınlayan: OTUKEN



Son zamanlarda bir de başımıza Hitler’in katlettiği Yahudiler’in Hazar Türkleri olduğu meselesi çıktı. İşin en acıklı tarafı ise bu konuda yazılmış saçma bir yazının Türkçü olduğu iddiasında bulunan ve Prof.Turan Yazgan’ın kontrolünde olan Türk Dünyası Tarih-Kültür dergisinde yayınlanmış olmasıdır.


Amatör bir tarih heveslisi öğretmenin kaleminden çıktığı anlaşılan makale, olduğu gibi Arthur Koestler’in Onüçüncü Kabile adlı kitabındaki saçma sapan teze dayandırılmış.


Bazılarında Araba karşı duyduğu nefret duygusuyla Yahudi’ye sempatik nazarla bakma hastalığı eskiden beri vardır.


Bir kere Arthur Koestler bir Yahudidir ve romancıdır.


Herhalde romancı mahayyilesi ile kaleme aldığı gayr-ı ciddi çalışmasının birileri tarafından kaynak olarak kullanılacağını kendisi dahi düşünmemişti.


L.N.Gumilev, “Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları” adlı çalışmasında Koestler’i yerden yere vurur.


Koestler’in çalışması baştan sonra yanlışlarla doludur.


Ona göre Hazarlar, Bizans’daki kanlı olaylarda çok önemli roller oynadılar.


Yalan! Bizans, sadece Araplar’a karşı Hazarlar’ı bir müttefik olarak görmüştür, ama ona karşı (bir evlilik olayının dışında) asla dostane yaklaşmamıştır.


Yine ona göre Hazarlar Vikingler’in Bizans sınırlarına doğru Güney Rusya’yı istila etmesini engellediler.


Halbuki Vikingler Akdeniz boyunca Bizans’a girdiler.


En önemli iddiası ise, “Yahudiler’in Avrupa’ya göç dalgası, daha önce zannedildiği gibi Akdeniz üzerinden değil, Kafkas-ötesinden Polonya ve Merkezi Avrupa üzerinden gerçekleşmiştir.


Dolayısıyla Dağu Avrupa sakinleri Yahudiler’in torunları – otuzuncu İsrail kuşağıdır.” Halbuki bütün tarihi belgeler Koestler’i yalanlamaktadır.


Ruslar’ın Tibet’te bularak “Tibet İncili” adıyla yayınladıkları İncil’de dahi Romalılar’ın Yahudiler’i gemilere doldurarak Roma’ya götürdükleri belirtilmektedir.


Nitekim Hazar devleti yıkıldıktan sonra oradan kaçan Yahudiler ve Yahudi kılıklı bir avuç Hazarlı Kiyef’de toplandıkları sırada, burada ve Moskova’da Yahudi mahalleleri ve havraları vardı.


Bunlar Almanya’dan ticaret yapmak için gelen Yahudiler’di.


X.Yüzyılda Fransa’da, İngiltere’de ve İspanya’da Vikingler’e casusluk ve yataklık edenler Yahudiler’di.


Polonya Yahudileri ise XIV.Yüzyılda Altın Orda karşısında ağır bir yenilgi alan Yogaylo tarafından Kiyef’ten alınıp götürülmüşlerdir.


Hazar devleti yıkılmadan önce burada şiddetli bir iç savaş yaşanmıştı ve ülke adeta ıssızlaşmıştı.


Bu yüzden Ruslar gemilerle gelip Hazar’a çıkarak çevreyi yağlamak için izin istediğinde Hazar meliki (Yahudi) istemeye istemeye izin verdi.


Çünkü karşı koyacak gücü yoktu.


Yahudiler Hazarya’da sadece yönetimi elde tutan küçük bir zümreydi.


Hazarlar hakkında en ciddi bilgileri Arap coğrafyacıların eserlerinde buluyoruz.


İbni Fadlan’ın seyahat notları, Mesudi’nin Muruc ez-Zeheb’i, Mukaddesi’nin Ahsen et-takasim’i, İbni Havkal’ın Kitab-ı Suret el-Ard’ı tarafımızdan çok dikkatli bir şekilde incelenmiştir.


Bu kaynakların hiçbirinde Hazar Türklerinin Yahudiliği kabul ettiğine dair bir işaret yok.


Hemen hepsinin ittifaken söylediği şu: Hazar hakanı (Türk) ve meliki (Yahudi) Yahudidir.


Çevresindekiler de Yahudi dinini kabul etmişlerdir.


Halk Hristiyan, Müslüman ve Yahudiler’den oluşmaktadır.


İçlerinde putperest olanlar da vardır.


(Guzlar, Peçenekler, Başkırtlar, Burtaslar). İbni Havkal bu görüşlere başka bir satır ilave eder ki, oldukça önemlidir: “.. sayıca en az olan grup Yahudilerdir.


En kalabalık olanlar Müslümanlardır.


Ama hakan ve melik Yahudidir.” Dahasını da söyleyelim: Yahudiler ülkede gerçekten az olduğu için ordusu dahi Müslümanlardan, Saklab, Rus, Guz ve Peçenekler’den oluşmaktadır.


Hatta Mesudi’nin kaydına göre, ülkede sadece melikin sarayı kerpiçtendir.


Başka kimsenin kerpiçten ev yapmasına izin vermez.


Hele hele bir kimsenin evinin melikin sarayından daha yüksek olması tasavvur bile edilemez.


Ramazan Şeşen’in “müslümanların camisinin minaresi melikin sarayına nazırdı” şeklinde yaptığı çeviri de doğru değildir.


Doğrusu “.. caminin minaresi melikin sarayından yüksekti” şeklindedir.


Yani Müslümanlar o kadar güçlüydüler.


Şöyle bir soru sorabiliriz: Koca Osmanlı İmparatorluğu’nda Osmanlı hanedanının sayısı ne kadardı? Herhalde tüm akrabalarla birlikte iki üç bini geçmezdi.


Prens Açina kaçıp Türkler’in arasına geldiğinde yanında topu topu beşyüz aile vardı. Yani baştaki yönetici hanedanın şu veya bu milletten, şu yahut bu dinden oluşu, o ülkenin halkının tamamının veya çoğunluğunun da aynı şekilde olmasını gerektirmez.


Hazarya için de söylenecek olan budur. Peki Hazarlar, devletleri yıkıldıktan sonra nereye gittiler? Bir kısmı tekrar dönüp bağıyla bahçesiyle uğraşmaya başladı, bir kısmı kaderini Peçenekler’e, Oğuzlar’a ve Kıpçaklar’a bağladı, bir kısmı da Rusya’ya dağılarak zaman içinde Slavlaştı, Hristiyanlaştı.


Düzene ayak uyduramadıkları için Ruslar’ın “brodnik” dedikleri bu insanlar, daha sonra Türkçeden alınma “Kazak” kelimesiyle anılmaya başladılar.


Bir kısmı Ukrayna’da kaldı ve geçmişin bir hatırası olarak hâlâ da soyadlarının sonunda “-enko” ekini muhafaza ederler.


Büyük bir kısmı da toprak kâşifleri adıyla Sibirya’ya geçtiler ki, geçtiğimiz günlerde Krasnador’da Ahıskalılar’la çatışmaya girenler de onlardır.


Önümüze geleni, dağı taşı Türk sayma hastalığından bir türlü kurtulamadık gitti.


Bu hastalık başımıza çok işler açtı, ama hâlâ ders almayı öğrenemedik. Kısacası Hazar Türkleri’nin Yahudi ve Hitler’in öldürdüklerinin Hazar Türkleri olduğu iddiası koca bir yalandır.


Ahsen BATUR - 1 Şubat 2005 - Yeniçağ

About irFaN DeRiN GüNDeM

Hi there! I am Hung Duy and I am a true enthusiast in the areas of SEO and web design. In my personal life I spend time on photography, mountain climbing, snorkeling and dirt bike riding.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

Hiç yorum yok:

KÜRT ACILIMININ TÜM DESiFRESi

iYi iZLE AKP TÜRKiYEYi BÖYLE SATIYOR _______________________________________________________________________ OLASI BiR iSTANBUL DEPREMi OLURSA AMERIKA TÜRKIYEYI ISGAL EDER